Buradasınız
Çok Çalış Çok Kazan, Yok mu Bu Oyunu Bozan?
Gebze’den tır şoförü bir işçi
Ben Darıca’da ikamet eden 28 yaşında bir işçiyim. Yaklaşık on yıl kadar tekstilde çalıştım. Ortacılıktan makineciliğe varıncaya kadar çeşitli görevleri yerine getirdim. Ortacı olarak başladığımda, daha fazla para kazanma ihtiyacından gözümü makineciliğe dikmiştim. Çünkü ortacı ile makineci arasında neredeyse iki kat fark vardı. İki yılın sonunda makineciliğe geçtim. Fakat para yine yetmiyordu ve gözümü hep daha fazla para getiren pozisyonlara dikiyordum. Artık usta makineci olmalıydım. Usta makineci de oldum ama para yine yetmedi. Tabii aklımızda da kendi atölyemizi açma fikri sürekli dolaşıyordu. Hayalimde şirketler kurup kapatıyordum. Sonunda tekstilde gelirimi yükseltemeyeceğimi düşündüm ve başka alternatifler aradım. Arkadaşlarımın tavsiyesiyle tır şoförü olmaya karar verdim.
Tır şoförlüğü işini arkadaşlarım öyle bir anlatıyorlardı ki sanki para içinde yüzüyorlar sanırsın. Şoförlüğüm yoktu, onu da öğrendim. Kredi çekip ehliyeti ve gerekli psiko-teknik belgelerini aldım. Arkadaşlarım anlatıyorlardı: “Sefer başına para alırsın, ayda şu kadar sefer attın mı şu kadar çok para kazanırsın.” Ben de “ne olacak ki, çok çalışırım, çok kazanırım daha yaşım genç” dedim. Henüz çektiğim krediyi bile ödeyebilmiş değilim. Dilovası’ndaki limanlarda çalışmak üzere bir lojistik firmasına girdim. İlk zamanlar henüz yeni olduğun için öyle pek üstüme gelmiyorlardı. Sonraları kendimi sürekli işyerinde çalışır durumda buldum. Sürekli çalışmamızı istiyorlar. Hani uyku sorunu olmasa hiç uyumamıza izin vermeyecekler. Üç dört saat uyumamıza izin veriyorlar. İzin verseler bile kurmuş oldukları sistem zaten uyumana müsaade etmiyor. Sabit maaşın asgari ücret ve sefer başına para alıyorsun. Öyle çok da bir para değil, beş ilâ on lira arasında değişiyor. Otuz lira olan işler de var ama onlar da arada bir ve bekleme süreleri uzun.
Sistem tamamen patronların lehine kurulmuş. Sürekli tırda yatıp kalkıyorum, evim yanı başımda olduğu halde gidemiyorum. Haftada bir çamaşırlarımı yıkamak ve rahat bir banyo yapmak için gitmek istediğimde izin vermiyorlar. “Burada banyo var, burada yıkan” diyorlar. Banyoyu görseniz pislik içinde yüzüyor. Günde üç öğün yemek veriyorlar ama genelde kahvaltılık tarzı kalitesiz şeyler. Aç kaldığın için mecburiyetten yiyorsun. Adeta tutsaklık gibi, sanırsın hapishane. O kadar benziyor ki hapishaneye, baş şoförler gardiyan gibi. Normalde yönetmelik 8 saatten sonra bir 8 saat geçinceye kadar marşa basmana izin vermiyor. Bunu kayıt altına almak için de her tırın yaptığı yolu ve hızı kaydeden takograf diye cihazlar var. Bunun da kolayı, pardon üçkâğıdı bulunmuş. Trafik polisleriyle samimi ilişkiler, yani paralı ilişkiler geliştirmişler. Böylece takograf cihazlarını kapatıp öyle çalışıyoruz. Hız sınırı falan hak getire. Saatte 110-120 km basmamızı istiyorlar. İlk girdiğim zamanlar baş şoför yanımda oturuyordu. Ben kurallara uyup hızımı buna göre sınırlıyordum. Şoför, “korkma yakıt gidecek diye, bas sen gaza, yakıt benden” dedi. Ufak tefek kazalar yaptım bu süreçte, ama hiç sorun etmediler. O kadar çok kazanıyorlardı ki, arabanın bile önemi yoktu. “Parçala, yeter ki çok sefer at!” Anlayışları buydu. Ama yemeklerimizin kalitesine, günlerce orada kaldığımız halde sosyal alanlarımızın olmayışına sıra gelince o zaman para yoktu. Ben yine bekârdım ama evli olan ağabeylerim vardı. Onlar çocuklarının, eşlerinin yüzüne hasretti. Fazla uzakta değil aynı ilçelerde ya da yakın ilçelerde ikamet etmemize rağmen evimizin, ailemizin yüzünü zor görüyorduk.
Bu firmadan çıkıp başka firmaları denedim, hâlâ da tır şoförlüğü yapıyorum. Hiç değişmiyor sistem, her yerde aynı. Prim usulüyle seni sömürüp duruyorlar, sosyal hayatın sıfıra iniyor. Tır artık senin evin, yatak odan, mutfağın oluyor. Hep derlerdi, ben de merak ederdim şoförler neden bu kadar kaba oluyorlar diye. Özellikle tır şoförleri, şimdi anladım, insan yüzüne hasretler de ondan!
Rekabete dayalı bu sistem içerisinde sürekli ileri doğru koşmaya ve daha fazla kazanmaya çalıştım. Köle gibi çalışırsam bir süre sonra sıkıntılardan kurtulurum sanmıştım. Ben çok çalıştıkça biraz daha fazla kazanıyorum ama bir o kadar da yıprandığımı hissediyorum. Artık yeni işler aramaktan yoruldum ve sonunda anladım: Sorun çalışmamda değil, sorun örgütsüz çalışmamdaydı. Anladım ki örgütlüysem güçlüyüm.
Somalı Madencilerin Anısına
- Emekliler “AÇIZ” Diyor, Onları Kim Duyuyor?
- Geleceğimizi Kurmak İçin Birliğimizi Büyütelim
- “Asıl Haber Biziz Be Abla”
- Sağlık Çalışanlarına Sağlıksız Yemekler
- Sorunlar Mücadeleyle Çözülür
- İşyerinde “Paralı Eğitim!”
- Onların İnsafına Bırakmayalım!
- “Sana Ceza Veriyorum Tayfun!”
- Emekli Maaşı Ne Zaman Ödenecek?
- “Çalışanlarımıza Rapor Vermeyin!”
- “Kırtasiye Ürünleri İkinci Ele Düştü”
- Örgütlü Olmak ve Toplu İş Sözleşmeleri
- Alo 170: Yanlış Numara Çevirdiniz!
- Turgut Özal, Gökova Santrali ve Sonrası
- TÜİK Kimin Hizmetinde?
- Emekliler Sendika Kuramazmış!
- Sorumluluk Almadan Kazanım Elde Edemeyiz
- Topluma Fildişi Kulelerden Bakmak
- Mücadele Edenler Mutlaka Kazanır!
- “Geçmiş Olsun” Yerine “Rapor Almayın”
Son Eklenenler
- Türkiye’de seçimler öncesinde çok sayıda emekli eylemi gerçekleşti. Emeklilerin yaşadığı sorunların sandığa yansıyarak yerel seçimleri etkilediği herkesin malumu… Sorunlarımız bitmedi ve seçim sonrasında da emekliler olarak taleplerimizi haykırmaya...
- Merhaba dostlar; bizler İstanbul’dan bir grup öğretmeniz. 1 Mayıs’a yaklaşırken duygularımızı siz işçi kardeşlerimizle paylaşmak istedik. Öncelikle her sene olduğu gibi bu sene de 1 Mayıs coşkusunu haftalar, aylar öncesinden hissetmeye başladık. O...
- Öz Gıda-İş Sendikasında örgütlü işçilerin 7 Marttan beri grevde olduğu Abalıoğlu Lezita fabrikasında 16 Nisanda jandarma işçileri ve sendikacıları darp etti ve ters kelepçeyle gözaltına aldı. Yaralanan 8 işçi hastaneye kaldırıldı. İzmir Kemalpaşa’da...
- 17 Nisan Sağlıkta Şiddete Karşı Mücadele Günü kapsamında Türkiye’nin pek çok kentinde sağlık emekçileri basın açıklamaları gerçekleştirdi. 12 yıl önce Gaziantep’te görev sırasında katledilen Dr. Ersin Arslan ve sağlıkta şiddet sonucu yaşamını...
- Bursa’da faaliyet gösteren Durak Tekstil’de 6 işçi Öz İplik-İş Sendikasına üye oldukları için işten atılmış ve fabrika önünde direnişe geçmişlerdi. 6 Şubattan itibaren direnişlerine kararlı bir şekilde devam eden Durak Tekstil işçileriyle dayanışma...
- Sermaye sınıfı ve iktidar bizi bir birey, bir insan olarak değil sadece ucuz işgücü kaynağı olarak görüyor. Çok çocuk doğurmamızı, gelecek işçi kuşaklarını yetiştirmemizi beklerken, kadın istihdamını teşvik ettiklerini söylerken, doğum ve emzirme...
- Adıyaman’ın Besni ilçesinde bulunan Mega Polietilen fabrikasında 2 aylık ücretleri gasp edilen işçiler 8 Nisanda iş bırakarak direnişe başladı. 15 Nisanda BİRTEK-SEN’in çağrısıyla fabrika önünde bir dayanışma eylemi yapıldı. 5 Nisandan bu yana...
- İşçi sınıfının 8 saatlik işgünü için mücadelesinden doğan 1 Mayıs’ın 138 yıllık bir tarihi var. Kuşaklar boyunca kadın ve erkek işçiler işgününü 8 saate indirmek için mücadele ettiler ama bu mücadele işgününün kısaltılması talebiyle sınırlı kalmadı...
- Hepimiz artan hayat pahalılığından şikâyet ediyoruz. Geçimimizi sağlamakta, ay sonunu getirmekte zorlanıyoruz. Çarşı-pazarda, marketlerde hep aynı sohbeti yapıyor, aynı dertten yakınıyoruz: Hayat çok pahalı! Çoğumuz için tatil yapmak, hafta sonu...
- İsrail’in Gazze’ye saldırıları altıncı ayını geride bırakırken altı aydır meydanları dolduran İngiltereli işçi ve emekçiler “acil ve kalıcı ateşkes” ve “İsrail’e silah satışının sonlandırılması” talepleriyle bir kez daha meydanlara çıktı. 13 Nisanda...
- Otuz yıl boyunca kesintisiz çalışmış, ücreti daha cebine girmeden SGK primleri ve vergileri kesilmiş, EYT’li emekli bir işçiyim. 2024 yılı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından emekliler yılı ilan edildi ama emekliler sefalet içinde yaşamaya mahkûm...
- Ezilenlerin safında mücadele eden, şiirlerini ve oyunlarını işçi sınıfına adayan Bertolt Brecht, “Yarının Büyüklerine Şiirler” kitabında, beşiğinin başucunda oğluna seslenen bir ananın ninnisine yer verir. Geçmişten bugüne ninniler, çocukların...
- Sevgili işçi kardeşlerim, hepinize merhaba. Bu mektubumda sizlerle sözü eğip bükmeden konuşmak ve gerçekler üzerine hasbihal etmek istiyorum. Yani gerçekleri olduğu gibi konuşalım. Biliyorum ki kursağınıza giren her lokmayı alın teriniz, elinizin...