Buradasınız
Korkma, Örgütlen!
Gebze’den bir kadın işçi
Hayatı tüm güzellikleriyle, huzur ve güven içinde yaşamanın yollarını nesilden nesile düşünmüş insanlar. Başka türlü bir yaşamın mümkün olabileceği düşüncesiyle gitmiş korkularının üstüne insanlık. Yaşam koşullarının hiç değişmeyeceğini kabullenmek yerine, korkularıyla baş ederek koşulları değiştirmeyi mümkün hale getirmiş. Bir düşünelim, insanlar korkularının üzerine gitmeseydi ne olurdu? Karanlık bir mağaraya zincirlenen insanlar gerçekliği nasıl algılarlardı? Muhtemelen mağara duvarlarında gördükleri karanlık nedeniyle korkuya kapılarak gerçekliğin bu olduğunu düşünmeye başlarlardı. Ama günün birinde içlerinden biri, başka türlü bir yaşamın mümkün olabileceğini düşünerek kurtulurdu zincirlerinden. Sorgularken yaşamın anlamını, korkularının üstesinden gelirdi. Dışarıdan sızan ışık nedeniyle duvarda karanlık oluştuğunu, bu karanlığın aslında kendi gölgesi olduğunu kavramaya başlardı. Yani insan korkuyu yenmek üzere harekete geçtiğinde, gerçeğin ışığıyla tanışıyor ve yaşam yeniden anlam kazanmaya başlıyor.
Tek tek bireylerin taşıdığı korkular elbette insanlığın geleceğini belirlemez. Ancak sınıflara ayrılan toplumlarda, bir sınıfın diğer sınıfı yönetme yöntemlerinden birine dönüşen korku ile durum değişir. Tarih boyunca egemen sınıflar korku yoluyla ezilenleri baskı altında tutmuş ve düzenlerini sürdürebilmişlerdir. Hele ki patronlar sınıfının egemenliğine dayanan kapitalist düzende, toplumun derinlerine sistemli bir şekilde korku işlenmektedir. Ay sonunu getirememek, borçlarını ödeyememek, çocuklarını okutamamak, kirayı ödeyememek, iş kazası geçirip çalışamamak, işsiz kalmak… Milyonlarca işçi ve emekçinin gündelik yaşamına bu korkular sirayet ediyor. Demek ki kapitalizm insanın asla kendini güvende hissedeceği, huzur içinde yaşayacağı bir sistem değildir, olamaz da! Korkunun, kaygının, güvencesizliğin sınırsız olduğu bu düzende, yalnızlaştırılan işçiler zamanla korkularının kaynağı olan bu düzene boyun eğmeye başlarlar. Kimseye güvenmeyen işçi bireysel kurtuluş yolu aramaya başlar. Zaten düzenin propaganda ettiği de budur.
Oysa tüm zenginliği üreten işçiler örgütlenip sınıf bilinciyle donandığında bütün yaşamı değiştirecek güce sahip olurlar. Ama işçiler, bir sınıf olduğunun farkına varamadığında kendine güvenemez. Kendine güvenmeyen insan hiçbir şeye, hiç kimseye güvenemez. Yalnızca kendini kurtarmaya odaklanır, bencil ve rekabetçi bireylere dönüşür. Günden güne kötüye giden çalışma ve yaşam koşullarının basıncıyla hayatı ıstırap haline gelir. Hâlbuki yaşadığımız sorunların üstesinden gelmenin tek yolu, yüreklerdeki korkuyu söküp atmak, sınıfımıza duyduğumuz güvenle, birlikte hareket etmektir. Yani örgütlenmektir. Ama ne zaman örgütlenmekten söz edilse, korku güvenin önüne geçiyor. Fısıltıyla konuşulması, mümkün mertebe uzak durulması, çekinilmesi gereken bir durum olarak algılanıyor. Elbette bunun çeşitli nedenleri var. Ama bu nedenlerin hiçbiri, işçi sınıfının gerçek kurtuluşunun örgütlenmekten geçtiği gerçeğini ortadan kaldırmaz.
1970’lı yılları bir hatırlayalım. İşçi mahallelerinde, kahvelerde, sokaklarda zaman bambaşka akardı. Sabah evden çıkarken ya da akşam eve dönerken yolda rastlanılan mahalleliyle selamlaşılır, esnafla sohbet edilir, camdaki teyzeye hal hatır sorulurdu. Büyükler kapı önlerinde çaylarını yudumlayıp sohbet eder, hasta olana yemek götürülür, akşam oturmasına gitmek için komşu kapıları çalınırdı. Çocuklar sokakta seksek, saklambaç oynar, mahalle maçını kazanmak için geç saatlere kadar eve girmezlerdi. Evde pişen yemekler komşularla kardeşçe paylaşılır, dolu gelen tabak boş gönderilmez, kışlık erzaklar birlikte hazırlanırdı. Mahalle kahvelerinde işçiler sorunlarını tartışır, birbirlerinin deneyimlerinden öğrenirdi. Mücadele edene saygı duyulur, sendikalı olduğu için işçiye kız verilirdi. Hele bir işçi, greve, direnişe katıldıysa güvenle dimdik durur, başı dik gezerdi.
Koşulsuz dayanışmanın, paylaşmanın ve yardımlaşmanın hazzına doyasıya varıldığı o günlerden bu günlere geldik. Çalışma ve yaşam koşullarının gittikçe ağırlaştığı, komşuların birbirini tanımadığı, kimsenin çocuğunu en yakınına dahi emanet etmediği, hakkını arayanın “vatan haini” olarak yansıtıldığı günler. Yaşadığı sorunlardan dolayı ne yapacağını, nereye sarılacağını, sorunlarının nasıl çözüleceğini bilemeyen işçiler. Bu kötü gidişatı değiştirmenin yolu gözbağlarından kurtulmaktan, yüreklerde güven tohumları yeşertmekten, yan yana gelmekten geçiyor. Korkularımızla baş etmenin kazandırdıkları da bizden çalınanlar da apaçık ortada. Tam da bu sebeple korkmayalım, örgütlenelim!
YÜREKLERİN GEZİNTİSİ
- Geleceğimizi Kurmak İçin Birliğimizi Büyütelim
- “Asıl Haber Biziz Be Abla”
- Sağlık Çalışanlarına Sağlıksız Yemekler
- Sorunlar Mücadeleyle Çözülür
- İşyerinde “Paralı Eğitim!”
- Onların İnsafına Bırakmayalım!
- “Sana Ceza Veriyorum Tayfun!”
- Emekli Maaşı Ne Zaman Ödenecek?
- “Çalışanlarımıza Rapor Vermeyin!”
- “Kırtasiye Ürünleri İkinci Ele Düştü”
- Örgütlü Olmak ve Toplu İş Sözleşmeleri
- Alo 170: Yanlış Numara Çevirdiniz!
- Turgut Özal, Gökova Santrali ve Sonrası
- TÜİK Kimin Hizmetinde?
- Emekliler Sendika Kuramazmış!
- Sorumluluk Almadan Kazanım Elde Edemeyiz
- Topluma Fildişi Kulelerden Bakmak
- Mücadele Edenler Mutlaka Kazanır!
- “Geçmiş Olsun” Yerine “Rapor Almayın”
- Son Gülen İyi Güler!
Son Eklenenler
- Siyasi iktidar ve sermaye sınıfı yasa kural tanımadan işçilerin haklarını gasp ediyor. Bu saldırılara işçilerin cevabı ise mücadele etmek, boyun eğmemek oluyor. 7 Martta greve çıkan Lezita işçileri, 17 Martta Manisa Turgutlu’da yürüyüş ve basın...
- İşçilerin mücadele örgütü UİD-DER’in, “Geçmişten Geleceğe Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” şiarıyla düzenlediği etkinlikler dizisi İstanbul Avrupa Yakası ve Mersin’deki etkinliklerle son buldu.
- Kocaeli İSİG Meclisi ve Eğitim-Sen 1 No’lu Şube, MESEM aracılığıyla öğrencilerin sermaye için çocuk işçi yapılmasına karşı 16 Martta basın açıklaması düzenledi.
- Patronlar iş barışını “patronla işçi arasında uyum, saygı ve güven ortamı” olarak tanımlıyorlar. Peki, patronun işçiyi sömürmesi üzerine kurulu bir sistemde saygıdan, barıştan söz edebilir miyiz? İş barışı söylemini dillerinden düşürmeyen patronlar...
- Malum, Şubat ayını geride bırakıp baharın gelişini müjdeleyen Mart ayına girdik. Fakat içimiz bahar sevinciyle dolmak bir yana daha da kararıyor. Ama bunun tek nedeni hava değil. Atalarımız “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” demişler....
- Ücretlerimizin yükseltilmesini talep ettiğimiz her dönemde, biz işçilere “açgözlü”, “nankör” yaftası yapıştırılır. İktidar sahiplerinden tutun da, daha fazla kâr etmek için hayatlarımızı cehenneme çeviren patronlara kadar sermaye sınıfının zihniyeti...
- İşçilerin pek çok sektörde hak gasplarına karşı verdikleri mücadeleler sürüyor. Antep’te bulunan Sayın Tekstil fabrikasında 200’ü aşkın işçinin ek zam talebiyle 9 Martta başlattığı iş bırakma eylemi devam ediyor. 14 Martta sendikaları BİRTEK-SEN’le...
- Toplumun ezenler ve ezilenler olarak ikiye bölündüğü bir sistemde gerçek adalet ve barış olamaz. Ama gerçek adaleti ve barışı isteyenler olur ve onlar ezilen sınıflardır, kadın erkek işçiler ve emekçilerdir. Dünden bugüne Fransa’dan Türkiye’ye...
- Hepimizin bildiği üzere kısa bir süre önce 2023-2025 MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi grev aşamasında son buldu. Birden çok fabrikada MESS’e bağlı olsun veya olmasın hareketli süreçler yaşandı. Çünkü alınacak ücret başka fabrikadaki işçilerin alacağı...
- Pek çok işçi kardeşimiz grev ve direnişlerde “biz ekmeğimizin peşindeyiz” derler. Bununla ekmeklerini korumak dışında bir amaçları olmadığını anlatmaya çalışırlar. Fakat kısa zamanda ekmeklerini koruyabilmek için sendikaya üye olma, grev, gösteri,...
- TÜİK’e göre Türkiye’de göreli yoksullaşma da azalıyormuş! Ülkedeki ortalama gelirin yüzde 50’si yoksulluk sınırı olarak kabul edildiğinde 2013 yılında göreli yoksulluk oranı yüzde 15 iken 2023 yılında yüzde 13,9’a düşmüş. Pek çok uzman Cumhuriyet...
- Erzincan İliç’te bulunan siyanürlü altın madeninde meydana gelen faciada 9 madenci kardeşimiz hâlâ göçük altında. Siyanürlü liç yığınının çökmesinin ardından siyanürün yanı sıra çeşitli ağır metaller de suya ve toprağa karıştı. Madenin sahibi yerli-...
- Çalıştığım işyerinde Tuncay isimli bir arkadaşımız var. Tuncay eşinden ayrılmış, çok şeker bir oğlu var, hayatta belki de tek tutunacağı dal o kalmış. Gözlerinde “şişe dibi” diye tabir edilen bir gözlük, ayağının biri topal, iki kulağında da işitme...