Bir şeyi bilmek, öğrenmek beraberinde hep bir sorumluluk yükler insana. Bu sebeptendir ki, bazen bilmek istememek, öğrenmemek kolayına gelir insanın. Çünkü insan öğrenirse bir gerçeği, harekete geçmek zorunda kalacak, bir şeyler yapması gerekecek. Oysa çekilip bir kenara seyretmek daha kolay olandır.
Bu, bilmek istememe hali adeta bir hastalık gibi de yaygındır. Özellikle de fabrikalarda. Diyelim ki sendikal bir konu üzerine sohbet ediliyor ve bir fikir ortaya atılıyor. Eğer bu alışılmışın dışında, yeni bir yaklaşımsa ortamda bir sessizlik baş gösteriyor önce. Daha sonra kaçamak cevaplar dolaşıyor. “Öyle de olabilir, ama ben işçilere güvenmiyorum” diyor kimileri. Ya da “ben kendimde bu gücü bulamıyorum, ben yapamam” deyiveriyor bir öteki. Bilmek istememe olarak başlayan vaka, ilerleyen safhalarda artık güvenmeme olarak çıkıyor karşımıza. Peki, ne oluyor da hayatın her alanına alnının teri sinmiş işçiler, gerçekleri öğrenmekten kaçıyorlar? Ne oluyor da kendileri gibi emek gücünü satarak ayakta kalmaya çalışan sınıf kardeşlerine karşı güvensizlik besliyorlar?
Sorunun kaynağı belli, kapitalizm ve onun işleyiş yasaları. Bu yasalar gereği her şeyi emeğiyle var eden işçiler kendi güçlerinin farkında olmamalılar. Kendi tarihlerinden bihaber, milyonlar halinde ama tek başına hareket etmeliler. Gerçekleri görme ve bilme noktasında, tıpkı hastalıklı karmaşık beyinler gibi berraklıktan uzak, kopuk düşünmeliler. Bütün bunları öylesine bir hünerle, hayatın içine yedirerek yapıyorlar ki, düşünen ve bu karmaşıklığa dur deme ihtiyacı hissedenler hasta oluyor toplumun gözünde. Düşünmeyen, kendi bireyselliği ile ön plana çıkanlar ise sağlıklı bireyler oluyorlar!
Her ne kadar saklanmaya çalışılsa da her gün başka bir yerden patlak veriyor sorunlar. Bilmek istemesek de bugün kaç işçinin iş kazasında yaşamını yitirdiğini, bu olanı olmamış gibi göstermiyor. Ya da gece yatağa tok girip, milyonlarca aç insanın halini bilmek istemesek de, bu gerçek gün gibi ortada. Henüz bombardıman altında değiliz diye, Ortadoğu’nun kan gölüne çevrildiğini bilmek istemesek de, bu savaşın olduğu gerçeğini gizlemiyor. Bilmek istemesek de, kapitalizm diye bir şey var ve insanlığı her geçen gün yıkıma sürüklüyor.
Düşünün ki bir mağaradasınız ve tek bir girişi var bu mağaranın. Ama sırtınız bu girişe dönük. Oradan gelip geçenlerin gölgeleri vuruyor duvara ve siz oradan tarif yapıyorsunuz. “Bu güçlü biri”, “bu çirkin”, “bu iyi”, “bu kötü” diye. Fakat yanılmanız muhtemel. Gölgelerden tarif yapmak yerine, yüzünüzü girişe dönüp bakarsanız gerçeği göreceksiniz. İşçi sınıfının durumu da böyle. Gölgelerden tarif yapmaya çalışıyor ve korkuyor bilmeye, güvenmeye. Hâlbuki örgütlü olsa, yüzünü mücadeleye dönse, görecek hiç de korkulacak bir şey olmadığını. Kapitalizmin hasta bir canavar gibi can çekiştiğini. Yerinde ve güçlü bir hamleyle ortadan kaldırılabileceğini. Her şey ellerimizde, örgütlü gücümüzde saklı.