Gece vardiyasında arkadaşlarla sohbet ederken milli piyangodan konu açıldı. İki arkadaşım “sana çıksa ne yaparsın” diye başladılar heyecanlı bir şekilde sohbet etmeye. Biri “bana çıksa ben kendime ev alırım. Bir de eşya alsam yeter, ya daha ne olsun ki” diye nerdeyse her gün duymaya alıştığımız en büyük arzusunu bir umutla bir kez daha dillendirdi. Diğer arkadaş da bir hevesle “ben de şu evin borcunu bir bitirsem daha ne olsun!” dedi. Sonra gözlerinin içi parlaya parlaya “bir de şöyle bahçeli iki katlı site içinde dubleks bir evim olsun isterdim. En büyük hayalim bu. Şimdiki evimi de kiraya verirdim” dedi. Ben de dayanamayıp sordum: “Dünyanın parası geçecek eline, dubleks ev ne ki komple siteyi satın alırsın. Hem şimdiki evinin kirasını ne yapacaksın ki? Bu evin aklına bile gelmez.” Arkadaşım itiraz etti. “Öyle deme bin lira bin liradır, az para mı?” dedi. “Fazlası zaten bize çıkmaz borcumu ödesem, bir de evim olsa yeter. Hem biz beceremeyiz o kadar parayı elimizde tutmayı. Kafayı yeriz.” diye ekledi. Piyango hayaliyle sabaha kadar heyecanlı heyecanlı evden, eşyalardan, bahçeden konuştular.
Onlar sohbet ederken ben düşündüm de hayal kurarken bile ne kadar sınırlı düşünüyoruz. Her zaman kısıtlı imkânlarla ucu ucuna yaşıyoruz. Her zaman bir şeylerden mahrum kalıyoruz. Çocukluktan yaşlılığa kadar her dönem belli ihtiyaçlarımız oluyor. Çocukken mesela yeni bir çift ayakkabı ya da bir lunaparkta doyasıya eğlenmekten mahrum kalıyoruz. İşçi ailelerinin sınırlı imkânları nedeniyle bir çocuğun en güzel ve ulaşılmaz hayali bunlar olabiliyor. Yaşımız büyüyüp de çoluk çocuğa karışınca hayat telaşı ve geçim derdi yapışıyor her birimizin yakasına. Bir ev, şöyle her ay kira derdi olmadan, insanın kendisine ait olan bir ev hayalini kuruyor çoğu insan. Ama bu ücretlerle ne mümkün! Hadi kredi çekip aldık diyelim evi. O zaman da kredi borcu Azrail gibi her daim yakamızdan düşmüyor. On yıllarca sürecek olan o borcun bir seferde, bir mucize ile bitmesinden daha güzel bir hayal olur mu? Yaşadığımız bu düzende, insanın en doğal ihtiyaçları uzak, ulaşılması için mucizeler gereken şeylere dönüşüyor. Hal böyle olunca da hayallerimiz en temel ihtiyaçlarımızla sınırlı kalıyor.
Milli piyango bileti almak için kuyrukta bekleyen yaşlı bir kadına soruyorlar: Milli piyango sana çıksa ne yaparsın? Yaşlı kadın “dişlerimi yaptırırım evladım” diyor. Başka ne yaparsın dediklerinde “başka bir şey istemem, dişlerimi yaptırsam bana yeter” diyor. Sohbet ederken arkadaşım bunu anlattığında, nasıl tarif edilir bilmiyorum ama içimden bir şeylerin koptuğunu hissettim. O yaşlı kadının çaresizliği yüreğimi sızlattı. Nasıl bir şeydir bu? Yaşlı bir kadın dişlerini yaptırabilmek için bir umut kendisine milli piyangonun çıkmasının hayalini kuruyor. Bu düzen bizi ne hale getiriyor? Yaşlı bir teyzenin canı yanmadan, düzgünce yemek yiyebilmesi için yaptırması gereken dişleri onun için ulaşılmaz bir hayale dönüşüyor.
Bir tarafta dünyanın tüm imkânları elinde olan ve çocukluktan yaşlılığa kadar zevkusefa içinde yaşayanlar, diğer tarafta ise dişlerini yaptırmaya dahi olanağı olmayan bizim insanlarımız. Bu düzende biz işçi sınıfına reva görülenler bunlar işte. Dibine kadar yoksulluğu yaşatıyorlar bize. Neden? Çünkü egemenler tüm bolluğa el koydukları için bizim payımıza sadece yoksulluk kalıyor. Ama diğer taraftan bu düzenin hayallerine prangalar vuramadığı devrimci işçiler de var. İşçi sınıfının gelecek güzel günlerini yaratabilmek için mücadele edenlerin zihinlerinde sınırlar, engeller yok. İşçi sınıfının güzel günleri o nedenle sahtekârlıktan ibaret olan şans oyunlarında ve bu düzene bağlanan umutlarda değil. Güzel günlerimiz bu düzenin yıkılıp yerine eşitlik ve bolluğun olduğu bir düzenin kurulması ile mümkün olacak.