hapisâne avlusuyuz hey bre
cennet kuzularıyız
helallaşir gibi bakarız dostların gözlerine
severiz gülyağını
ve bir de aynaları
ve bir de aynalarda yiğitlik masallarını
sonra azıcık da sakızı
azıcık da uçkur havalarını
bıyık burup gazel çekeriz de tenhalarda menhalarda
uzatırız boynumuzu el kapılarında
sülünler gibi
ve işte Türkiyeliyiz
hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz
hamsiyiz Karadeniz’de
Çukurova’da pamuk
Uzunyayla’da buğdayız
Ege’de tütün
sınırboylarında gözükara kaçakçılarız
İstanbul’da kadillaklı karaborsacı
ve doğu dağlarında koçero’larız
eşsiz bir güzellikle çarpılmış gibi
uyumuşuz yoksulluğun kör memelerinde
çalışkanız
filozofuz
dostuz
bütün sömürülenler gibi ezik
bütün uyananlar gibi kızgın ve doluyuz
seslenir yüzyıllar ötesinden Pir Sultan Abdal’ımız
“üstü kan köpüklü meşe seliyiz”
etekleriz de kodaman soyguncuları ekmek kapılarında
gözümüz gibi koruyup kolladığımız devletin silâhını
hey bre
yoksul - yetime doğrulturuz
****
elbet bir bildiği var bu çocukların
kolay değil öyle genç ölmek
yeşil bir yaprak gibi yüreği
koparıp ateşe atmak
pek öyle kolay değil
hem öyle bir ağaç ki şu yaşamak denilen şey
her bahar yeniden yeniden tomurcuklanır da
yalnız bir bahar çiçeklenir
a benim gülüm!
ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı!
(Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Kızılırmak şiirinden alınmıştır)