Çalıştığımız şantiyede pek çok taşeron firma var. Bu firmaların çoğu işçilere gerekli malzemeleri tedarik etmiyor. Bareti, önlüğü ya da kemeri olmayan işçi gidip başka birinden “çalıyor”. Yanlış yazmadık, bilerek, doğrudan yazdık. Evet, çalıyor! Biz işçiyiz, hırsız değiliz. Ama malzeme çalma durumu olağanlaştı bizim şantiyede. İşçilerin bu yüzden çoğu kez kavga ettiğine de şahit olduk. Yani işçiler hem hırsızlık yapmak zorunda bırakılıyor hem de düşmanlaştırılıyor.
Bugün küçük bir el aletinden tutun da devasa binalara kadar her şeyi üreten biz işçileriz. Ortaya çıkarılan muazzam gökdelenler, yüksek teknolojili görkemli yapılar vs. hepsi bizlerin emeğinin sonucudur. Tabi bunlar güzel şeyler ama işin görünmeyen tarafında bizim yaşadığımız sıkıntılar var.
Çalıştığımız şantiyede yaklaşık beş bin işçi mevcut. İşçilerin büyük bölümünü memleketinde düzgün bir iş bulamayıp evinden, ailesinden ayrılarak gurbete çalışmaya gelenler oluşturuyor. Kürt, Türk, Arap, Alevi, Laz vb. farklı farklı kökenlerden işçiler bir arada çalışıyor. Ekmek paramız için en ağır koşullara razı gelerek çalışıyoruz. Buna rağmen problemler yakamızı bir türlü bırakmıyor. Gittiğimiz her yerde aynı sıkıntılar karşımıza dikiliveriyor: Uzun işgünü, fazla mesailer, yemeklerin kötü çıkması, maaşların geç yatması, yattığımız yerlerin kötü olması ve saymakla bitmeyen daha bir sürü sorun…
Bu kadar sıkıntı, dert varken işçiler bunları pek gündem etmiyor maalesef. Bunun yerine zihinlerini meşgul eden şeyler spor, diziler, programlar, oyunlar vb. oluyor. Bunlar işçileri kendi problemlerinden uzaklaştırıyor, sorunlarına kayıtsız kalmalarına neden oluyor. Elbette bu dertleri hiç dillendirmiyor değiller. Fakat asıl sorunlar yapay gündemlere göre ikinci planda kalıyor. Egemenlerin kışkırttığı milliyetçilik ve kin işçileri bölüyor. Sohbetlerinde daha çok izledikleri diziler, savaş filmleri önde geliyor. Bu diziler ve filmler işçileri milliyetçilikle zehirliyor. Böylece iş arkadaşlarına yabancılaşıyor ve düşmanlaşıyorlar. Böyle olunca da eksik malzemeyi işverene temin ettirmek için birlikte mücadele etmek yerine çalmayı tercih edebiliyorlar. Malzemesi çalındığı için zor durumda kalan işçi hem öfkeleniyor hem de eksik malzemeyi başkasından çalarak tamamlamaya çalışıyor. Sonuçta örgütsüzlük işçileri sorunları karşısında uçuruma itiyor. İnsani değerlerden uzaklaştırıyor.
Egemenler medyayı da kullanarak bizi birbirimize düşmanlaştırıyorlar, çıkarlarımıza ters olan politikalarını dayatıyorlar. Böylece bilinçsiz, örgütsüz işçilerin zihinlerini bulandırabiliyorlar. Çarpıtmalarla onları kolayca kandırabiliyorlar. İşsizlik tehdidiyle de işçileri mağdur ediyorlar. Biz yapı işçileri o görkemli, muazzam yapıları kolektif bir çalışmanın ürünü olarak meydana getiriyoruz. Patronlar ise bizim alın terimizle inşa ettiğimiz evlerde zevkusefa sürüyorlar. Öte yandan her gün inşaatlardan iş cinayeti haberleri eksik olmuyor. Bu yapıları hep birlikte nasıl meydana getirdiysek kendi sınıfımız için de bilinçli ve örgütlü bir şekilde mücadele edersek haklarımızı elde ederiz. Hayalini kurduğumuz savaşsız, sınıfsız, sömürüsüz bir dünyaya ulaşırız. Bunun için bize düşen görev, bu sömürü düzenini yıkmak ve yeni bir dünya inşa etmek için mücadele etmektir.