İşsizim. Bin bir zahmetle hak ettiğim işsizlik maaşımı almaya gittim. Bayram öncesiydi. Gişe görevlisinden beklediğim paranın 2 katını vereceğini duyunca hem şaşırdım hem korktum, sevinemedim. Neden sevinemediğimi bu sitenin işçi takipçileri çok iyi anlar. Biz işçiler alışık olmadığımız için böyle şeylere, altından ne çıkacak diye ilk önce korkarız. Gişe çalışanı bayram öncesi olduğu için Temmuz maaşının da yattığını söyledi. “Haydi hayırlısı!” deyip çıktım postaneden. İlk şoku atlattıktan sonra anladım ince hesabı; emeklilere de hem erken hem de ikramiyeli vermişlerdi maaşları. “RÜŞVET” dedim bu, “seçim rüşveti”. Hesaplarınca toplumun en yoksul kesimlerinden olan bizler; işsizler, emekliler maaşlarımızı peşin peşin alınca, “oooh hayat ne güzel” diyeceğiz. Para var huzur var, neye ihtiyacımız varsa alacağız. Borçlardan kalırsa tabi. Efsunlanacağız yani. Sonra da gidip 16 yıl boyunca bizi işsizliğe, yoksulluğa, güvencesizliğe, kaygı yüklü bir yaşama iten iktidara oy vereceğiz.
Sonra bir bir aklıma geldi patronun yaptığı ince ince hesaplar. Ücretleri düşük tutarlar ki mesaiye razı olalım, çünkü mesai patron için daha fazla kâr demektir. Aynı işçiye, aynı masraflarla ve az parayla daha çok iş yaptırırlar. Biz işçiler de mesaiye kalarak zaten az olan maaşımıza biraz daha ekleyip bir yamayı kapamaya çalışırız. Peki, üç kuruş için giden hem beden hem ruh sağlığımız ne olacak?
Sigorta primleri neredeyse her çalıştığımız yerde düşük gösterilir, çoğu zaman mesailer hiç gösterilmez. Bu kalın bir hesaptır aslında ama ince ince işlenir. Patron bu yolla devasa kârlar elde eder. Biz işçiler ise sigorta primlerimiz düşük yattığı için hem işsizlik, maluliyet, emekli maaşı hem de kıdem-ihbar tazminatlarımızı düşük alırız.
Öğle yemeğinin lezzetli, sağlıklı, kaliteli hatta bol çıktığı işyerleri sayılıdır. Hatta yok denecek kadar azdır. Çünkü burada da ince hesaplar devreye girer. Patronlar yemeği işyerinde yaptırmayarak ekstra çalışan, ekstra masraf yükünden kurtulmak ister. Bunun için yemekler, yemek şirketlerinden gelir. Bu şirketler işleri ihaleyle aldığı için maliyeti en ucuza getirirler dolayısıyla yemeklerin kalitesi de ona göre olur. Emeğimizden çaldıklarıyla zengin olan patronlar kuş sütü eksik sofralarla beslenirken yaptıkları ince hesaplar sonucu biz işçiler öğle yemeğini hazmedememiş bir mideyle ağrılar içinde çalışırız.
Devam etsek daha yüzlerce ince hesap çıkar. Patronlar sınıfı ince hesap yapmayı, işçiyi oyalamayı, gerekirse sindirmeyi iyi biliyor. Şimdi gelelim bizim ince hesaplarımıza ve en yakın olandan başlayalım. Sandığa gitmeden biz de kendi sınıfımızın çıkarına hesabımızı yapalım. 16 yılda kaybettiklerimize bakalım. Alt alta sıralayalım; İki haneyi geçen işsizlik ve enflasyon rakamları, kredi borcunu ödeyemeyen milyonlar, iş kazalarından, meslek hastalıklarından ölen on binler, yasaklanan grevler, sendikalı olduğu için işten atılan binlerce işçi, iş bulamadığı, atanamadığı, borcunu ödeyemediği için intihar eden, kendini yakan insanlar, cinayetlere kurban giden kadınlar, tacize uğrayan çocuklar…
Rüşvetlere, aldatmalara, dalkavukluklara, korkutmalara, kutuplaştırmalara kanmayacağız. Hem sandığa gidip “Tek adam rejimine HAYIR!” diyeceğiz. Hem de daha fazla bir araya gelip, örgütlenip, bilinçlenip yaşamı kendimiz için yeniden var edeceğiz.