Ben Türk Metal Sendikasının örgütlü olduğu bir fabrikada çalışıyorum. Biz işçilerin ömrü fabrikalarda makine başlarında birlikte geçiyor. Eşimizden çocuğumuzdan çok işçi arkadaşlarımızı görüyoruz. Ama onların başına gelenleri çok geç ve bazen de tesadüflerle öğreniyoruz. Ben de işyerimde yaşanan bir kazayı çok sonra soyunma odasında bir arkadaşımdan öğrenebildim. Bu hafta fabrikamızda işe yeni başlamış bir işçi iş kazası geçirmiş ve parmağı kopmuş. Duyunca bu kazanın nasıl olduğunu öğrenmek için işçi arkadaşlarımla konuşmak istedim. Ama soyunma odasındaki diğer kadın arkadaşlarımın olayı benim kadar önemsemediğini fark ettim. Çoğunlukla havadan sudan, diziden maçtan, ipe sapa gelmez bir sürü gereksiz şey üzerine konuşuyoruz ama arkadaşımızın parmağı kopuyor, bunun üzerine konuşamıyoruz.
Bu durum sorunlarımızı çözmek yerine onlardan kaçmayı tercih etmenin bir sonucu. Mesela bir işçi arkadaşım artık haber bile izlemek istemediğini söylüyor. Hayatın çilesine katlanamadığı için cinnet getirip çocuklarını öldüren, karısını öldüren insanlarımızın haberlerini izlemeye artık dayanamadığını söyledi. Ben ise ona bu dünyada yaşadığımızı, olup bitenlere kulak tıkayarak, sorunları görmezden gelerek hiçbir şeye faydamız olamayacağını anlattım. Görmezlikten gelmek, duymamış gibi yapmak ya da konuşmamak bizi kurtarmaya yetmez. Olan bitenlere gözlerimizi kapatırsak, günü gelir bizim canımız yandığında konuşacak kimse bulamayız.
Mesela görmezden gelerek iş kazalarından canımızı kurtarabilir miyiz? Diğer fabrikalarda olduğu gibi bizim fabrikada da iş kazaları en büyük sorunlarımızdan biri. Bir süre önce engelli kadrosundan bir işçi arkadaşımızı çalışmasının yasak olduğu bir makineye verdiler ve makine için yağ almaya giderken düştü. Yağ öyle bir yerdeki, sağlam bir insan bile zor alabiliyor. Ben onu giderken gördüm. Dönüşünü görmeyince şüphelendim, eğilip baktığımda yerde yatıyordu. Bu arkadaşımız kendi başına yerden kalkamıyordu. Bağırsa bile makinelerin gürültüsünden duyulmaz. Koşup ilk yardım çağırdım ama hemen gelmediler, “düşen kim, şimdi kimse yok burada, gelemeyiz” gibi cevaplar aldım. Ben de onlara “Nasıl gelemezler? Arkadaşımız yerde yatıyor kanlar içinde. Başına bir arkadaş bırakıp geldim ve bu arkadaş ilk defa iş kazası geçirmiyor” diyerek tepki gösterdim. Olay yerine gelen işçi arkadaşlardan biri kaza geçiren engelli işçi için “normalde emekli olması lazım ama devlet emekli yapmıyor” dedi. Ne acıdır ki başımıza gelene kadar bazı sorunları anlayamıyoruz. Ama şu bir gerçek ki yarın o makinelerde bizler de çalışacağız. Ve işyerlerindeki bu acımasız koşulları yine biz işçiler değiştirebiliriz. Yeter ki etrafımızda yaşanan sorunlarla ilgilenelim ve birbirimize sahip çıkalım.
Bu yaşadıklarımız aklıma 1980 öncesinde yaşanan bir iş kazasına işçilerin gösterdiği örgütlü tepkiyi getirdi. Hatta Tarık Akan bu iş kazasından o kadar etkilenmiş ki benzer bir hikâyenin çekildiği “Çark” filminde oynamış. Deri fabrikasında çalışan genç bir işçi makinede sıkışıyor ve sadece o fabrikada değil, o sanayideki bütün fabrikalar iş bırakıyor. O yıllarda işçiler en ufak bir haksızlık karşısında birlik olur, örgütlü tepki verilerdi. Ama bugün işçiler arasında birlik yok. Bugün patronlar dünya çapında rekabet ediyorlar fakat onlar bu kadar büyürken bizler asgari ücreti birkaç kuruş daha arttırmak için on, on iki, on altı saat mesai yapıyoruz. Bu devran böyle gitmez. Gitmemeli.