1 Mayıs, 1889’da İkinci Enternasyonal’de “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildi. 1 Mayıs’ı 1890’da ilk kutlamaların yapılmasından bu yana 126 yıldır alanlarda kutlamaktayız. Bu yıl 127. kez yine alanlarda olacağız. O günden bugüne sermayenin işçiler üzerindeki baskısı olanca şiddetiyle devam etmekte. Her geçen gün daha fazla çalışmaya ve bunun karşılığında daha az kazanmaya zorlanıyoruz.
Bu sene 1 Mayıs’a, şaibeli bir referandum, OHAL, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan haksız KHK’ler ve giderek artan anti-demokratik uygulamaların gölgesinde giriyoruz. Öte yandan işçilerin sıkıntıları ise dağ gibi birikmiş durumda; artan işsizlik, yasaklanan grevler, iş kazaları, düşük ücretler, uzun iş saatleri, giderek artan taşeronlaştırma ve kıdem tazminatının gasp edilmeye çalışılması gibi sorunlar her gün daha fazla canımızı yakıyor. AKP hükümeti milletten yana olduğunu söyleyerek işçileri kandırıyor, oysa işçilerin haklarını patronlara peşkeş çekip işçinin sırtına daha fazla yük bindirmekte bir an bile tereddüt etmiyor. 7 Haziran seçimleri sonrası işçiler üzerindeki yıpratıcı etkiler, özellikle muhalif işçiler üzerindeki baskılar çok fazla artmış durumda.
Ben bir taşeron işçisi olarak taşeron çalışma biçiminin ne kadar belalı bir sistem olduğunu her gün yaşamaktayım. Uzun iş saatleri, kadro verilmeyişi, geçinmeye yetmeyen düşük ücretler en önemli sorunlarımız. AKP hükümeti tarafından kadro sözü verilip işçilerin kandırılması, taşeron işçilerin de düzene karşı kızgınlığını arttırdı. İşçilerin tepkisi her geçen gün biraz daha artıyor.
Bu sorunların karşısında 1 Mayıs’ta sesimizi yükseltmenin önemi fazlasıyla artmış durumdadır. Gün korkup, bize reva görülenlere razı olma günü değildir. Gün cesaretimizi toplayıp alanlarda mücadele bayrağını yükseltme günüdür.