Yazın en sıcak günlerini yaşıyoruz. Bizim için kış mevsimi nasıl eziyetse yaz mevsimi de, yaşam koşullarımızdan kaynaklı eziyete dönüşüyor. Oturduğumuz evlerin ısı yalıtımı olmadığı için günün bütün sıcağını gece boyunca da hissediyoruz. Uykusuz geceler oflayarak puflayarak sabaha varıyor. İşe gitmek için kullandığımız işyeri servislerinde ve belediye otobüslerinde soğutma sistemi yok. Bu da yetmiyormuş gibi bir de alıştığımız ve kabullendiğimiz tıklım tıklım seferler, hele bir de trafik tıkanmışsa, ki bu İstanbul’un en meşhur sorunu, o aracın içinde çektiğimiz eziyet dolu dakikalar yazın tüm güzelliğini bize zehir ediyor. Çalıştığımız işyerlerinde durum daha da beter. Birçok fabrikada soğutma sistemi olmasına rağmen nedense hiçbiri çalışmaz! Kan-ter içinde çalışarak akşamın bir an önce olmasını isteriz. Bulunduğumuz durum karşısında biraz rahatlamak için “şimdi şöyle bir ağacın gölgesinde yatmak vardı!”, “onu bunu bilmem şimdi denizde olmak vardı!” diyerek hayaller kurarız. Bazı hafta sonları için plan yaparız pikniğe ya da denize gitmek için; ama bu hayaller de ustabaşının iki dudağının arasından çıkan en nefret uyandırıcı kelimelerle suya düşer: “Arkadaşlar bu pazar mesai var ve herkes gelmek zorunda!”
Buna bir örnek vermek istiyorum. Kıraç’ta bülten dağıtımında tanıştığımız bir fabrika işçisiyle sohbet ederken bu yaz hiç denize gidemediğini söyledi. Ben de biz dernekteki arkadaşlarla denize gideceğiz sen de bizimle gel, birlikte keyifli dakikalar geçiririz hem de daha fazla sohbet etmek için epey zamanımız olur dedim. İşçi arkadaşımız kendisini çağırdığımız için sevindiğini ifade etti ve ekledi; pazar mesai olmazsa hatta birkaç arkadaşla birlikte geliriz dedi, ben de daha iyi olacağını söyledim ve randevuyu kestik. Cumartesi bir telefon çaldı, arayan fabrikadaki arkadaştı ve gelemeyeceklerini bildirdi birkaç küfür savurarak. Daha sonra görüştüğümüzde bulunduğu duruma çok kızıyordu. Bir daha gidelim, üstelik de senin fabrikada çalıştığın arkadaşlarla dedim. Çok iyi olur dedi, “neredeyse yaz bitti kimse daha denizin yüzünü görmüş değil”. Bunu planlamaya giriştik. Ama üç haftadır bunu fazla mesailer yüzünden gerçekleştiremedik. Arkadaş şunu ifade etti: “Yahu bu nasıl iş? İstanbul gibi bir şehirde yaşıyoruz ama denize gidemiyoruz. Biz insanız.” Bu kelimeleri söylerken uyku gözlerini iyice küçültmüştü. Çünkü bu arkadaşla akşamları saat 22:30’da yani iş çıkışı görüşüyorduk. Gerçekten sabahın sekizinden akşamın onuna kadar çalışmak hele de metal sektöründe çok zor. Daha sonra görüşmelerimizde bu durumu nasıl değiştiririz diye sohbet etmek için bir randevu kestik yine 22:30’a.
Çalışma koşullarının ağırlığından yaz boyunca gönlümüzce vakit geçiremiyoruz. Düzenli bir işi olanlar ve yıllık izin kullanabilenler çok şanslı. Ama düşünün, bir sene boyunca çalışıp birçok şeyden yararlanamıyoruz buna eyvallah da, koca bir yaz boyunca bir denize gitmek için bile cebelleşiyor olmamız insanı çileden çıkarıyor. Zamanımız uygun olduğunda cebimizde paramız olmuyor, paramız olduğunda ise zamanımız. Kısacası yaz ayları da, kış ayları gibi eziyet çekmekten başka hiçbir işe yaramıyor. Ama bunun böyle olmasının sebebi bizim işçi olmamız. Patronlar yaz aylarının da kış aylarının da tadını çıkara çıkara yaşıyorlar. Biz de tüm mevsimlerin tadına bakabilmek, yaşamın tüm güzelliğini gelecek nesillere armağan etmek için mücadele etmeliyiz. Yoksa doğan güneşin ve yağan karın bizim için hiçbir anlamı olmaz bize eziyet geldikten sonra.