Bir sabah biraz rahatsız olduğum için izin aldım, işe gitmedim. Evdekiler uyurken bir gürültü duydum dışarıda, dozer sesi. Bir an aklımdan evimizi yıkmaya geldikleri geçti. Çıktım baktım öyle bir şey değilmiş. Daha geçen günlerde işyerinden bir arkadaşın Kirazpınar’da tapulu arsasındaki evini yıktılar. Mahallece toplanıp direnmişler polise, zabıtalara karşı. Biber gazı, cop yemişler. O sıralarda yaşlı bir dede yere çökmüş gözlerini yıkayıp feryat etmiş: “Hani o kimsesizlerin kimsesiydi, nerde şimdi? Görmüyor mu ne halde olduğumuzu, duymuyor mu sesimizi? Duysa gelirdi, o bilse bunları yaptırmazdı.” Yani dede, tepedekilerin vicdanının kendi yüreği kadar büyük olduğuna inanıyor.
Annem ve babam da uyandı, birlikte kapının önünde kahvaltı yapmaya başladık. Ailece kahvaltı yapmak, gerçekten huzur verici bir duygu. Kuşlar ötüyor, eriğin yaprakları dalda sallanıyor. Sokaktan heyecanlı çocuk sesleri geliyor kulağa. Babam hem acıyan, hem de seven bir edayla yüzüme bakıp gülümsedi. Ben de ona gülümsedim içtenlikle. Sonra dozer sesini duyduğumda aklımdan geçenleri anlattım. Babam da kimsenin bizim evimizi yıkmaya cesaret edemeyeceğini söyledi. Sırada olduğumuzun farkında değil. “Sen bunlara kafanı yorma, kendi hayatına bak” diyerek öğüt verdi bir baba olarak. Evi yıkılan arkadaşın durumunu ve dedenin halini anlattım. “Yazık günah değil mi o insanlara yaptıkları?” dediğimde “ne yapabiliriz ki?” dediler. “Bu yaptıkları hak mı, adalet mi peki? Bizim evimize de boşaltma kararı gelmişti, sıra bize de gelecek” dediğimde, “Ben kimseye benzemem bu mahallede bütün evler yıkılır, bir bu ev bir de cami kalır” diyerek kendinden emin bir cevap verdi. “Peki, yıllardır aynı mahallede yaşadığımız onca insan evsiz barksız kaldığında hiç mi için acımayacak?” dediğimde bir şey söyleyemedi. “Düğün olur gidersin, cenaze olur gidersin biz nasıl tek başımıza kendi derdimize düşebiliriz ki?” dediğimde yüzünde acı bir ifade vardı. “Ben isterim ki kimsenin evini yıkmasınlar, elimden gelse onları da kurtarırım” diyerek iç geçirdi. “Tek başımıza değil ancak yan yana olursak birbirimizi kurtarabiliriz” dediğimde o sabahki acıyan tebessümün yerini daha tatlı bir tebessüm aldı ve kahvaltımıza güzel sohbetlerle devam ettik.
Yani kendimize ne kadar güvenirsek güvenelim, tek başımıza ne kendimizi ne de bir başkasını kurtarabiliriz. Evde, sokakta, fabrikada nerede olursak olalım ancak örgütlüysek, yan yanaysak güçlüyüz. Haksız yere atılmış bir tokadı kendi yanağımızda hissedemiyorsak ve buna en ufak bir içsel tepki bile besleyemiyorsak, gün gelir aynı tokat kendi yanağımızda patlar. Kendi derdimiz sandığımız bütün sıkıntılar ortak sıkıntılarımızsa eğer çözümü yine ortaklaşarak bulmaktan başka çaremiz yok. Kentsel dönüşüm adı altında yıkılan, müteahhitlere sunulan biz işçilerin yaşam alanları. Fabrikalarda açlık sınırının altında gece gündüz çalışan yine biz işçileriz. Ezilen, sömürülen, yok sayılan hep biz oluyorsak ve bu sömürüyle yalnızca onları zengin ediyorsak iki ayrı taraf var demektir. Bir tarafta ezenler, diğer tarafta biz ezilenler. Bir avuç asalağın yaşamlarımızı talan etmesine müsaade etmemek için işçi sınıfının örgütlü mücadelesinde, UİD DER’de birleşelim.