Derinleşen ekonomik krizle karşı karşıyayız. Ben de işsizim ve iş arıyorum. Bulunduğum ilçenin belediyesinin iş bulma kurumuna müracaat etmek için gittiğimde gördüğüm manzara işin ciddiyetini ortaya koyuyordu. Onlarca insan her biri bir tarafa dağılmış; kimileri koridorlarda ilanlara bakıyor, kimileri de uzun kuyruklarda iş arayan kaydı oluşturuyorlar.
Firmaların orada yaptığı işçi toplantılarına, işin uygunluğuna bakmaksızın hepsi katılıyorlar. Kendi aralarında dertleşmeler, her gelenin birbirine soru sorması bir gürültüye dönüşüyor ve bunu oradaki çalışanların bağrışları kesiyor: “Sessiz olun ne konuştuğumuzu anlamıyoruz, konuşacaksanız dışarı çıkın!” Haftalardır gelen gidenlerden tutun da kadın, yaşlı, engelli, her kesimden insanı görmek mümkün. İşsizliği fırsat bilen patronların sundukları koşulların da her biri birbirinden berbat hale gelmiş durumda. Sorgusuz sualsiz çalışın diyorlar resmen. Genelde fabrikalar iki vardiya, on iki saat boyunca ayakta, asgari ücret artı mesai ile çalıştırıyor. Hizmet alanında ise üç vardiya, temizlik, asgari ücret, hafta içi bir gün izin... İş toplantısının birinde işçinin biri “fazla mesainiz var mı? Yoksa olmaz, geçinemeyiz!” deyince salondaki herkes başını sallayıp onayladı. İşveren temsilcisi de “yardımcı oluruz, gerekirse fazla mesaili bölümlere veririz” dedi. Geldiğimiz durum şu an budur. Ücretlere itiraz yükseltmek talebi şurada dursun, iş olsun da çalışalım düşüncesinde çoğu işçi. Yönetenler ısrarla kriz yok, bunlar dış güçlerin oyunları dese de gerçek hiç öyle değildir. Yaygınlaşan işsizlik, eriyen ücretler, zamlar bizlere başka bir şey diyor. Görünen o ki önümüzdeki süreçte daha fazla işsizlik ve yoksullukla karşı karşıya olacağız. İşverenler tüm önlemlerini alıyorlar.
Patronlar çalıştırdıkları işçilere fedakârlıktan bahsetmeye çoktan başladılar. İş yok denerek ücretsiz izinlere gönderiliyor işçiler. Evet, bir krizle karşı karşıyayız, bu doğrudur ve işverenler de bunu bize hissettirmeye başladılar. Burada bizim çok uyanık olmamız gerekiyor, bizden fedakârlık bekleyen, kısıtlamaya giden, ödemeleri geciktiren, zam yapmaktan vazgeçen, işçi çıkaran işverenlere söyleyecek sözümüz olmalı. Çalıştığımız işyerinde geçekten patronun dediği gibi bir durum var mı? İşler yavaşladı mı, biz boş oturuyor muyuz, makineler kapalı mı, işveren işçi alımını durdurdu mu, çalışma saatlerini kısalttı mı, içeriye hammadde girişi durdu mu? Varsa finansta bulunan arkadaşlarımıza soralım: Para akışı ne durumda, planlamada siparişler ne durumda diye. Patronların her söylediğine hemen inanıp teslim olmayalım. Patronların en iyi yaptığı şey yalan söylemek ve bizi sömürmektir. Onların “duygusal” laflarına inanıp sessizce bizi işten çıkarmalarına, ücretsiz izinlere göndermelerine razı olmayalım. “Patron ne yapsın iş olmayınca çıkaracak tabii, bizi burada mı tutacak, onun ne suçu var ki” demeyelim. İşvereni korumaktan, düşünmekten vazgeçip kendimizi düşünmeliyiz.
Unutmayalım ki bu krizi yaratan bizler değiliz. Bedelini bize ödetmek istiyorlar ve ödetmek için de her yolu deneyecekler. Gün bir arada durup beraber davranma günüdür. Krizin faturasını, zenginliğine zenginlik katan, zevkusefa içinde yaşayan, bilmediğimiz yemekleri yiyen, telaffuz edemeyeceğimiz kadar büyük rakamlarda paralar döndürenler ödesin!