Zamlar sonbahar yağmurlarından önce yağmaya başladı. Her gün yeni bir zam haberine uyanıyoruz. Neye, ne kadar zam geldiğini televizyonlardan, gazetelerden öğrenmiyoruz. Televizyonlara veya gazetelere kalsak hayat geçmişe göre daha ucuz. Hatta ortalıkta kriz falan yok, bu yaşananların hepsi psikolojik! Şimdilerde bizim işyerinde hayatta neler oluyor, zam yağmuru en fazla hangi ürünlerde etkili oldu, bu haberleri işçiler olarak birbirimizden alıyoruz. Haber kaynaklarımız da marketler, bakkallar, kırtasiyeler, fırınlar veya pazarlar oluyor. Bunlara faturaları katmıyorum bile. Zaten faturayı ödeyen arkadaşımız genelde kara haberi verirken önce bir küfürle başlıyor. Ardından kim hangi ürünü zamlı almışsa anlatıyor. Böylece zam yağmurunun etkili olduğu bölgeler kendiliğinden ortaya çıkıyor. Zam yağmayan bölge de yok zaten. Ardından biri şöyle bir şey söylüyor: “Yahu her şeye zam geliyor. Aldığımız ücretler ile zaten zor geçiniyoruz. Maaşlar hariç her şeye yağmur gibi zam yağıyor. Ne olacak böyle bizim sonumuz?”
Yine arkadaşlar ile zamlar ve hayat pahalılığı üzerine sohbet ederken, arkadaşlardan biri “biz bu hayat pahalılığından şikâyet ediyoruz, her şeye zam geldi diyoruz, geçinemiyoruz diyoruz ama bunlar hep bizden kaynaklanıyor. Çünkü sesimizin çıkmayacağını biliyorlar da, o yüzden korkmadan her şeye zam yapıyorlar. Çünkü ne kadar haksızlık olmuşsa hiç birine sesimiz çıkmamış. Biz sendikalı işçileriz. Biz de hakkımızı alamadığımız zaman greve gideriz. Başka işyerlerinde işçilerin grevleri yasaklanıyor. Biz ‘bize ne onlardan’ diyoruz veya başka sebeplerden dolayı grevleri yasaklayanları savunuyoruz. Şimdi biz böyle olursak, onlar da korkmadan böyle her şeye zam yaparlar” dedi.
Başka bir arkadaş da bu konuşmayı onaylayarak “haklısın” dedi. Sonra “çocukların okulları başladı, yok kayıt parası, yok kitap parası, yok kıyafet parası bir de her şeye yüzde elli zam gelmiş, yetişemedim vallahi. Babamdan borç aldım. Herkes de aynı durumda ama yine de kimsenin sesi çıkmıyor. Avrupa’da olsa yer yerinden oynardı” diye ekledi.
“Oynar tabi” diyerek söze girdi başka bir arkadaş. “Çünkü Avrupa’da bir işçi ya bir sendikaya, ya bir derneğe ya da bir işçi partisine üye. Böyle bizdeki gibi hakları elinden alınmaya çalışılsa haberleri oluyor ve hızlı bir şekilde organize olabiliyorlar. Ama biz de böyle mi? Bir gece ansızın hakkın elinden alınıyor, ruhun bile duymuyor. O kadar yasa geçirdiler Meclisten, haberimiz bile yok!”
Bu ve buna benzer sohbetler işyerimizde neredeyse her gün oluyor. Başka işyerlerinde de oluyordur. Bütün işçiler hayat pahalılığından şikâyet ediyorlar. Daha anlatmadığım farklı örnekler ve farklı yorumlar da var. Fakat hepsinin ortak bir yönü var ve belki de en büyük sorunumuz bu. Bir sınıf olduğumuzun farkında olmamak ve bundan kaynaklı olarak da işçi sınıfı olarak gücümüzün farkına varamamak. Ama bu güç kendiliğinden ortaya çıkmaz. İşçiler kendi sınıf çıkarları temelinde örgütlenir ve mücadele ederlerse güçlü olduklarının farkına varabilirler. Burada da biz mücadeleci işçilere çok sorumluluk düşüyor. Bizim işçi kardeşlerimizi ortak çıkarları temelinde bir araya getirmek ve birlikte mücadeleyi büyütmek için çabalarımız gelecekte çok güçlü ve örgütlü bir sınıf olmamıza büyük katkılar sağlayacak.