İşsizlik verilerine takla attıran TÜİK’e göre her 100 işçiden 27,4’ü kayıt dışı çalıştırılıyor. DİSK-AR’ın yaptığı araştırmalara göre ise kayıt dışı çalıştırılan işçi sayısı çok daha fazla. Ayrıca SGK web sayfasında her yıl kayıt dışı çalıştırılan işçilerin sayısını yayınlıyor. Yani kayıt dışı işçi çalıştıran patronlara hiçbir şikâyet olmasa bile ceza kesmesi gereken SGK, kayıt dışı işçi çalıştırmaları sanki gayet normal olarak görüyor. SGK işçi sınıfından kesilen primlerle fonlanmaktadır. Oysa SGK işçilerin değil, devletin yani bir bütün olarak patronlar sınıfının denetimindedir. İŞKUR da TÜİK ve SGK gibi patronlara çalışıyor. Bu kurumların tepesindeki bürokratlar ballı kaymaklı maaşlarını bizden yani işçi sınıfından kesilen paralardan alıyorlar.
Futboldaki çift kale maç üzerinden anlatırsak TÜİK, SGK, İŞKUR, Çalışma Bakanı, Sağlık Bakanı, Cumhurbaşkanı, iş mahkemelerindeki savcılar, hâkimler ve patronlar tam kadro sahada yerlerini alıyorlar. İşçiler ise örgütsüz ve patronlar bu durumdan istedikleri gibi yararlanıyorlar. Dün bir arkadaşım aradı. Sözü, “hiç sorma moralim çok bozuk” diyen işçi kardeşimize bırakalım: “Asgari ücret 2850 lirayken benim maaşım 3400 liraydı. Şimdi asgari ücret 4250 lira oldu. Ay sonunda 4850 lira alacağımı hesaplıyordum. Bugün müdür bizi topladı. ‘İşletmemizin aldığı kararı size anlatmak için toplantı yapıyorum. Nisan ayının sonuna kadar herkes eski maaşı neyse onu alacak. Üstünde olan kısmını getirip bana teslim edeceksiniz. Mayıs ayında yeni asgari ücrete gelen zammın yarısı maaşlarınıza yansıyacak. Haziran ve temmuz ayında duruma bakacağız’ deyip gitti. Hepimizin morali sıfırın altına düştü. Sabah kahvaltı sırasında müdürün sözlerinden sonra ağzıma aldığım lokma boğazıma dizildi. Eve gelir gelmez seni aradım. Ne yapmamız gerekiyor?” diye anlattı ve sordu. “Hepiniz tek tek Çalışma Hayatı İletişim Merkezi dedikleri SGK 170 hattını arayıp şikâyet kaydı yaptırın. Ardından hep birlikte SGK’ya giderek şikâyet dilekçesi vermeniz gerekir” dedim. “Burası büyük başların yemek yemeye geldikleri bir yer. En çok toplu olarak AKP’liler geliyor. Para ödemeden çıkıp gidiyorlar. İt itin ayağına basar mı?” diye sordu. Ben de “sana sendikalı olmanın önemini sürekli anlattım. Şimdi birlik olup kabul etmeyeceksiniz. Ama bunlar yetmez. Sendikasız olduğunuz için patronunuz orman kanunları uyguluyor. Sendikalı olmanız şart. Ama sadece e-devletten sendikaya üye olmak yetmez. Sendikalar işçilerin ikinci evidir. Yani sendikalarımız temelden çatıya işçi ana-babalarımızın alın teriyle kuruldular. Hem de kendi canları gibi sahip çıktılar sendikalarımıza. Şimdi sendikalarımıza sahip çıkmak ve çocuklarımıza miras bırakmak sırası bizlerde” diye uzun uzun anlattım.
Bugün aynı sorunu yaşayan sayısız işçi kardeşimiz var. Sayı olarak patronlardan kat kat fazla olsalar bile, örgütsüz oldukları için işçiler hiçbir şey yapamıyorlar. İşçi örgütleri olan sendikalarımızı ise bürokratlar babalarının çiftliği gibi görüp işçileri de marabaları yerine koyuyorlar. Oysa 1980 öncesindeki başta Kemal Türkler ve o zamanın DİSK Maden-İş’i işçilerle birlikte çıkardı sahaya. İşte o zaman patronlar ve devlet bir bütün olarak sahada olsalar da kazanan biz oluyorduk. Yani neresinden bakarsak bakalım bu tablo işçi sınıfının örgütsüz oluşundandır.