Arkadaşlar ben de henüz iki yıldır çalışma hayatına başlamış bir işçi olarak sizin de karşılaştığınız pek çok olayla karşılaştım bu kısa sürede. Size sekiz ay boyunca çalışmış olduğum işyerindeki olayları kısaca anlatayım. 11 saat çalışmasıyla, gece 1’lere, 2’lere kadar uzayıp giden fazla mesaileriyle, zorunlu Cumartesileriyle, Pazarlarıyla bir tekstil şirketi burası. Olur da işe gitmeseniz işten atılma tehdidiyle karşı karşıyasınızdır. Bunca çalışmanın karşılığında, verilmesi gereken fazla mesai ücretleri de verilmiyor. Yani mesai ücreti yok. Sadece Pazar çalışmaları için yüzde ellilik bir fark veriliyor. Bunlar bir dönem çalışmış olduğum şirketin kurallarının bir kısmı, bir kısmı diyorum dahası da var çünkü. Meselâ hiçbir sosyal hakkı yok. İzin almak tam bir işkence, cenazem var yahut düğünüm var dersen verilen tepki aynen şöyle, “gidin başımdan, bu yoğunlukta ne izni şimdi, sizi çekemem…”. Bunu duyan işçi sırf şefle müdürle karşı karşıya kalmamak için susup kabulleniyor. Hasta olsa dahi izin isteyemiyor.
Başta kısaca anlatayım dedim ama bu yapılanlar iki kelimeye sığdırılacak gibi değil… Dinlenme molaları yok gibi bir şey. Uzun ve yoğun çalışmanın karşılığında yemek için sadece yarım saat mola var. On beş dakika da çay için. Utanmasalar çay saatlerini beşer dakikaya, yemeği de on beş dakikaya düşürecekler. Zaten her koşulda gereğinden fazla çalışan işçinin bu kadarla yetinmesini istemeleri patronlar için hiç de zor olmayacaktır bu şekilde giderse. Bunun yanı sıra izinlere de el koymuş durumdalar. İşçinin çalıştığı süreye bakmadan herkese bir hafta izin veriyorlar. Sorgulayanı da bu böyle deyip susturuyorlar. Tabii bunların sebebi gerçek bir birlik beraberliğin ve dayanışmanın olmamasıdır. Bu durumu kabullenen işçilerin aslında kendi elleriyle ölüm fermanlarını patronlara takdim etmeleri içler acısı…
İyi diyebileceğimiz bir durum varsa o da maaşların gününde bankaya yatmasıdır. İşçiler de bu avuntuyla sessiz kalıyorlar zaten. Oysa yapmamız gereken hakkımızı aramak için mücadele etmektir, ama işçiler korkuyor ve susuyor, her şeyi sineye çekiyor. Oysa neler yapabileceklerini, ellerinde ne gibi bir güç olduğunu bir bilseler, asıl kimin korkması gerektiğini o zaman daha iyi anlayacaklar.
Sorunlar bitmek bilmiyor. Hafta içi çalışmalarda servis varken hafta sonu servis yok, herkes kendi cebinden karşılıyor. Bunun yanı sıra sağlık sorunları da var bir sürü. İşçiler bel fıtığı olup bel ağrısı çekiyor, sakatlanmalar da oluyor. Ne yazık ki bu durum göz önünde bile bulundurulmuyor. Muhasebe işleri de bir o kadar karışık. Sürekli bir açık çıkıyor ve habire ücretlerimizden kesinti yapılıyor. Fazla mesaiye gelmeyen işçinin üç günlüğü kesiliyor. Yani sömürünün böylesi! Bunun aşılması ancak birliğin, dayanışmanın gerektirdiği bir örgütlenmeyle mümkündür. Patronların saldırılarına karşı tek ilaç budur!