Dün teyzem aradı. Uzun uzun çaldırdı. Şaşırdım. Teyzem çok önemli bir işi düştüğünde bile çaldırıp kapatır. Ben döner teyzemi ararım. Aramızda böylesi adı konmamış bir anlaşma var. Telefonu açtım. “Teyze sen kapat, ben seni arayayım” diyecektim. Ağzımı bile açamadım. O sakin kadından eser kalmamış gibiydi. “Oğlum, oğlum tez deynen, o sarı gavır türkücü sarı arvadın itini adı nedi?” “Teyze, hangi sarı kadın, kim o? Hem senin sarı kadınla, onu itiyle ne işin var?” deyiverdim. Teyzem, “mende seni biler dedim. Sen o arvadı, itini bile bilmersense, be ne bilersen? Senin dünyadan bihabersin. Men de seni bir zat bilerdim.” “Teyzem böyle davranmazdı, ne oldu bu kadına?” diye kendimle konuşuyorum. Teyzemin Madonna’yı ve köğeğini sorduğunu nereden bilecektim. Teyzemi elektriğe kapılmış hale getiren işin vahametini sonradan anladım.
Mesele şöyle: Teyzemin oğlu yıllardır taşeron şirketlerde çalışıyordu. Hükümet her “taşeron işçisine müjde” dediğinde bizim teyze ve oğlu mest oluyorlardı. Teyzem içinden dualar eder, ardından da “cemi cümlesine, içinde de bize” derdi. Bana her sorduklarında, “benim istediğim taşerondaki tüm işçilere kadro hakkı verilmesi” derdim. Teyzem hep, “peki sınav olacakmış, ne sorarlar, ne okusun, nereye gitsin?” diye sorardı. “Valla ne soracaklarını bilmiyorum. Ama ne okuması ve nereye gitmesi gerektiğini biliyorum. UİD-DER’e gitsin, İşçi Dayanışması okusun. Kadroya gireceğim diye de borçlanmasın” derdim. Kadroya kaç işçi geçirildiğiyle ilgili doğru dürüst bir bilgi bile yok. Ama on binlerce taşeron işçisi tüm haklarından mahrum bırakıldıkları gibi, üstüne üstük bir de işlerinden atıldılar. İşten atılan binlerce işçiden biri de bizim teyze oğlu.
Teyze oğlu, geçen gün taşeron şirkette yeniden çalışabilmek için sınava girecekmiş. Ana oğul birlikte gitmişler. Yazılı sınavı vermiş bizim teyze oğlu. Veli Efendi hipodromunun son yüz metresini koşan atlar gibi kamçılandıktan sonra, bir de sözlü sınava tabi tutmuşlar. Görevli pek muhterem zat, önce birkaç bilindik soru sormuş. Ardı sıra garip sorulara gelmiş sıra. “Sana son bir soru soracağım. Bu soruyu bilirsen, iş tamam. Madonna’nın köpeğinin adı nedir? Sana beş dakika süre veriyorum. İnternete bakamazsın, cep telefonun çekmecemde kilitli. Rahat düşünmen için ben bir dolaşıp geleceğim. Düşün öyle cevap ver.” Teyzem de oğlunun ilerisinde oturuyormuş. Bizim teyze oğlu, anasına doğru bakmadan, biraz sınavın heyecanı, bir de isim söylerse görevlinin gözünden kaçmayacağını düşünerek, köy ağzıyla “ana deynen ki, o sarı gavır arvadın itinin adını dedi” demiş. Kurnaz görevli verdiği süreye güvenerek, rahat ve geniş koltuğundan kalkıp karşıdaki odaya gitmiş. Bizim teyze hatunsa, güya muhterem zata çaktırmadan dışarı çıkmış. Bileceğine inandığı için, önce lise öğrencisi torununu aramış. “Ay Derya, sarı gavır arvadın itinin adı? Tez ol. Dayın sınavdadır” der. Torunu, “anneanne milyonlarca sarı kadın var. Çoğunun da köpeği var. Adını bilsen internetten bakardım” der. Teyzem daha sonra belki bilirim diye beni aramış. Ben de, teyzemin sorduğu sarı kadını da, itini de bilemedim. Daha sonra teyzemin oğlu aradığında sözlü sınavda Madonna’nın köpeğinin adının sorulduğunu anladım. Sözlü sınavı geçemediğini ve işe alınmadığını söyledi. Çok üzgün olduğu belliydi. Teyze oğluna, “kuzen, işsiz kaldığın için ve ev kredisi borcun olduğu için üzülmekte haklısın. Üzülerek değil, ancak ve ancak mücadele eden işçilerden biri olursan, hep birlikte çözüm bulabiliriz” dedim. “Haklısın ağabey. Bizimle dalga geçtiler. İt kadar bile değerimiz yok. Bana yapacağım işle ilgili değil, saçma sapan sorular sordular. Madonna’nın iti kadar bile değerimiz yok onların yanında. Seni dinlemediğime pişmanım. Ben yüz yirmi bin lira borcu nasıl ödeyeceğim?” dedi.
O anda zihnimde eskiden bir iş başvurusunda bana da “eşekte kaç vites var” sorusunun sorulduğu belirdi. İşçi ve emekçiler yaşayabilmek için çalışmak zorunda. Yaşayabilmek için ne başka bir kaynakları, ne de başka bir şansları var. Elbette her işçi veya işsiz iş güvencesi olsun, iyi bir ücretle çalışsın ister. Fakat devlet, hükümet, patronlar el ele vermişler, karşılarındaki milyonlarca taşeron işçisiyle ve ailesiyle dalga geçiyorlar. Yıllardır canlarını çıkarttıkları taşeron işçilerine onca sahte umut verdikten sonra, bir de bu denli pervazsız ve hayâsızca onları alaya alabiliyorlar. Bunlar yalnızca benim teyze oğlunun değil yüz binlerce işçinin, işsizin yaşadığı sorunlardır. Sorun ortak olduğu gibi çözümü de ortaktır. Hiçbir işçi yaşadığı bu sorunları ne tek başına çözebilir, ne de devlet, hükümet ve sermaye üçlüsünden medet umarak çözebilir.
Çözüm örgütlü mücadelede. İşçilerin, bir sınıf olarak birleştiklerinde hükümetin ve patronların karşısında nasıl bir güce sahip olduğunu gösterebiliriz. Bu soysuz, bu sömürücü, bu kan emici düzenin sahiplerinden hesap sorabiliriz. Örgütlü olmadan, örgütlü bir mücadele içerisinde bulunmadan bu sömürü düzeninden kurtulamayız.