Geçenlerde mesaim bitmiş, işçilerin emekçilerin doluştuğu otobüsle eve gidiyordum. Bir kadın iki çocuğuyla otobüse bindi. Çocuklardan birisi 10 diğeri ise 6 yaşlarındaydı. Çocukları güvenli bir yere zar zor yerleştirdikten sonra sordu çocuklara: “Bugün ziyafet yapalım kendimize, ne yiyelim? Ne istiyorsunuz?” Bu soru üzerine ben de açlığımı hissettim ve hem soru ilgimi çekti hem de çocukların cevabını merak ettim. Küçük çocuk beni şaşırtan bir cevap verdi; “zeytin” dedi. Büyük çocuğun cevabı ise “makarna” oldu. Zeytin, makarna, ziyafet, çocuk? Aklım almıyor. Düşünüyorum bir çocuğun hayal dünyası nasıl bu kadar sınırlı olabilir diye. Acaba toklar mı diye düşünüyorum. Sonra anlıyorum, hayır, bu cevaplar tokluktan değil, yokluktan!
Biz işçilerin, emekçilerin evine giren yiyecekler sınırlıdır. Zenginlerin ise sofralarından kuş sütü eksik olmaz. Asgari ücretin sefalet ücreti olduğu bu koşullarda ayın sonunu getirebilmek için iki ekmeğin, bir paket makarnanın, 250 gram peynirin hesabı yapılır işçilerin evinde. Bu düzende işçiler üretmesine rağmen açlığı, yoksulluğu çeken de yine onlardır ve bu yokluğun içinde milyonlarca çocuğun hayal dünyası da yok olur. Ama biz işçiler çocuklarımızın geleceğini düşünmeli ve onları sağlıklı büyütebilmek için dayanışma içinde olmalı, örgütlenmeliyiz.