Buradasınız
Yalanlara, Düşük Ücrete, Köle Gibi Çalışmaya Hayır!
Hükümet, Türkiye ekonomisinin yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 11 büyüdüğünü açıkladı. Yandaş medya adeta coştu: “Kıskandıran büyüme!” “Düşmanlar Türkiye ekonomisini yıkamadı!” Yılsonunda ekonominin toplamda yüzde 7 büyümüş olacağı öngörülüyor. Güzel, ekonomi inanılmaz bir büyüme kaydediyor. Eğer ekonomi büyüyorsa, doğal olarak işçi ücretlerinin yükselmesi, yaşam koşullarının iyileşmesi ve işsizliğin düşmesi gerekmez mi? Peki, ücretinin arttığını, alım gücünün yükseldiğini söyleyen, “lanet olsun insanı tüketen fazla mesailere, artık kalmıyorum” diyen işçi var mı? Yok!
Tersine, hayat pahalılığı ve işsizlik artıyor, işçi sınıfı her geçen gün daha fazla yoksullaşıyor. Bir devlet kurumu olan TÜİK’in verilerine göre yıllık enflasyon yüzde 13! TÜİK’in, hayat pahalılığı anlamına gelen enflasyonu düşük hesaplamak için çeşitli oyunlara başvurduğunu hepimiz biliyoruz. Bu enflasyon düzeyi, işçi sınıfının yoksullaştığının ve alım gücünün düştüğünün tartışmasız ifadesidir. Aslında Türk lirasının dolar karşısında erimesine bakarak da yoksullaşmayı anlayabiliriz. Meselâ 2008’de 414 dolara karşılık gelen asgari ücret, Aralık 2017 itibariyle 358 dolara düşmüştür.
Türkiye’de ücretler, enflasyonun çok çok gerisinde kalan zam oranlarıyla uzun yıllardır baskılanıyor. Dolayısıyla yoksullaşma, rakamların ortaya koyduğundan çok daha fazla. İşçi sınıfının nasıl yoksullaştığını anlamanın bir yolu da, üretilen toplam değer içinde işçi ücretlerinin ne kadar yer tuttuğuna bakmaktır. Ekonominin yüzde 11 büyüdüğü 2017’nin üçüncü çeyreğinde, üretilen toplam değerden işçi ücretlerine ayrılan pay yüzde 32,7 olurken, şirketlerin payına düşen yüzde 52,2 olmuş. Oysa geçen sene aynı dönemde toplam değerden işçi ücretlerine ayrılan pay yüzde 36 imiş. Bu sene işçi sınıfı daha fazla çalışmış, emek verimliliği artmış, ekonomi bir hayli büyümüş… Fakat toplam değerden işçilerin alacağı pay artmadığı gibi gerilemiş! Bu pay nereye gitmiş olabilir acaba?
Durum buyken, AKP hükümeti kişi başına milli gelirin arttığını söyleyerek bizleri tezahürat yapmaya çağırıyor. İyi de milli gelir ne anlatır? Bir yıl boyunca üretilen toplam değer tüm nüfusa bölünüyor ve kâğıt üzerinde herkesin geliri artmış gösteriliyor. Yani tam bir sahtekârlık! Nitekim ücretlerin mevcut düzeyi ve şirketlerin açıkladığı muazzam kâr oranları paranın patronların kasasına aktığını tartışmaya yer bırakmayacak şekilde kanıtlıyor. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 1567, yoksulluk sınırı ise 5105 lira olmasına rağmen, asgari ücret AGİ dâhil 1404 liradır. Asgari ücrete ya da onun biraz üzerinde bir ücrete, 100 ilâ 150 lira fazlasına çalışanlar işçi sınıfının ezici çoğunluğunu oluşturuyor. Tüketim maddelerinin, ev kiralarının ve ulaşımın durmaksızın zamlandığı, doğrudan ve dolaylı vergilerin hızla arttığı koşullarda bu ücretlerle bir işçi ailesi nasıl geçinebilir?
Ücretlerin baskılandığı, hayat pahalılığının arttığı ama aynı zamanda zorunlu ihtiyaçların çeşitlendiği şartlarda tek çıkış yolu kredi kartı ve borçlanma olmaktadır. Türkiye Bankalar Birliğinin verilerine göre, kredi kullanan kişi sayısı 2002’de bir milyon 700 binken, bu sayı 2017’de tam 19 milyon 614 bine yükselmiştir. Kredi kartı kullanılarak yapılan harcama 2002’de 26 milyar iken, bu rakam 2016’da 602 milyar liraya kadar tırmanmıştır! Bu rakamlar işçi ve emekçilerin borçlanarak yaşadıklarını gözler önüne seriyor. Kredi kartı kullanmayan ve bankalara borcu olmayan neredeyse tek bir işçi yoktur.
Kredi borcu arttıkça işçilerin çalışma saatleri de uzamaktadır. Çünkü gelirini arttırmak ve borçlarını kapatmak isteyen işçinin önündeki tek seçenek fazla mesai yapmaktır. Ücretleri düşük tutan patronlar, böylece işçileri işyerine hapsetmeyi de başarmış oluyorlar. Çalışma süreleri 12 saate çıkarken, normal şartlarda işe yeni işçi alması gereken patronlar bu zorunluluktan kurtuluyor ve az işçiyle daha fazla üretim yapıyorlar. Böylece kapitalistlerin/patronların kârları katlamalı olarak artarken, işçi sınıfının yaşamı cehenneme dönüyor. İş ile yatak arasına hapsolan işçi, ailesinden ve sosyal yaşamdan koparak adeta konuşan makineye dönüşüyor. Hem fiziksel hem de zihinsel olarak tükenen işçi, toplum dışına itildiği için psikolojik sağlığını da kaybediyor. 2016’da 9 ayda 33 milyon kutu anti-depresan kullanılması toplumun ve dolayısıyla işçilerin ruh sağlığı hakkında yeterince fikir vermiyor mu?
Lakin işçi sınıfı borç batağına itilmesine, gece gündüz çalışmasına ve sağlığını kaybetmesine rağmen iktidar sahiplerini tatmin edemiyor. AKP hükümetine ve patronlar sınıfına göre işçiler daha fazla fedakârlık yapmalıymış! Çalışma Bakanı Jülide Sarıeroğlu, asgari ücret zammı belirlenirken “işçi ve işverenden fedakârlık bekliyoruz” açıklaması yaptı. Yani işçilere fazla umutlanmamaları, asgari ücret zammının düşük olacağı mesajını vermiş oldu. Ama işverenler de fedakârlık yapacakmış! Ne kadar adil ve eşitlikçi bir Bakan değil mi? Peki, ortada gerçekten de eşit taraflar mı var? Patronlar ile işçiler eşit mi? Bakan Sarıeroğlu, gerçekliği baş aşağı çeviriyor. Kim kimin için fedakârlık yapıyor? İşçinin fedakârlık yapması demek düşük ücrete, borç batağında yaşamaya ve uzun çalışma saatlerine razı olması demektir! Ya patronlar nasıl bir fedakârlık yapmış olacak? İşçileri düşük ücrete mahkûm etmek ve katlanan kârı cebe indirmek mi fedakârlık oluyor?
Asgari ücret sadece asgari ücret alan işçileri ilgilendirmiyor. Tabiri caizse asgari ücret, tüm ücretlerin mihenk taşıdır. Tüm ücretler ve zamlar asgari ücret ve ona yapılan zam ölçü alınarak belirleniyor. Eğer asgari ücret zammı düşük olursa, bundan tüm işçi sınıfı etkilenecek. Bir taraftan ekonomi yüksek büyüme kaydederken, öte taraftan her geçen gün yoksullaşan işçi sınıfından fedakârlık isteniyor! Besbelli ki egemenler bizlerle dalga geçiyorlar. Bu konuda metal patronları da Bakan Sarıeroğlu’nu aratmıyor. Metal işkolundaki patronların örgütü MESS ile işçi sendikaları arasında yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmeleri tıkanmış durumda. Çünkü işçilerin taleplerine kulak tıkayan MESS, üç yıllık sözleşme ve yüzde 3,2 oranında zam öneriyor. Ortadoğu’da savaşın genişlediği, içeride siyasal çalkantının sürdüğü, liranın dolar karşısında kar gibi eridiği ve enflasyonun tırmandığı koşullarda, MESS patronları yüzde 3’lük zamla üç yıllık sözleşmeye imza atmak istiyorlar. Bu dalga geçmek değil de nedir?
Eğer tüm üretimi yapan ve zenginliği var eden işçi sınıfı suskun kalırsa, örgütlü bir şekilde hakkını aramazsa egemenler bizlerle alay etmeye ve bizleri daha fazla sefalet çukuruna itmeye devam edecekler. Dolar milyarderlerinin sayısı artarken, patronların kârı katlanırken, hükümet çevreleri vergi kaçırıp yolsuzluğa gömülürken, işçi sınıfına fedakârlık gazeli okumayı sürdürecek, “vatan-millet” nutukları çekecekler. Nerede olursak olalım, hangi sektörde çalışırsak çalışalım, hangi partiye oy verirsek verelim; biz işçi sınıfıyız! O halde birleşmeliyiz; yalanlara, düşük ücretlere, borç batağında yaşamaya ve köle gibi çalışmaya hayır diyelim! Yeter artık!
- “İş Barışı” mı Hak Arayışı mı?
- Dünden Bugüne Barış ve Adalet Özlemimiz İçin
- Yoksulluk Azaldı mı?
- Sermayenin Saldırılarına Karşı Birliğimizi Örgütleyelim!
- İşçi Dayanışması 191. Sayı Çıktı!
- Bir Ana ile Tanışmak…
- Sağlığımızı Mucizelerle Değil Birliğimizle Koruyabiliriz
- Koca Yusuf’tan Köroğlu’na, Onlardan Bize Kalan
- MESS Sözleşmesinden Çıkardığımız Bir Ders Var
- Patron Haklı mı?
- Unutma, Örgütlen, Hesap Sor!
- Bölünenler mi Birleşenler mi Kazanır?
- Örgütlülük İşçi Sınıfının Gücü, Toplumun Umududur!
- İşçi Dayanışması 190. Sayı Çıktı!
- Asıl Düşman Olan Kim?
- “Dejavu” Sarmalını Kırmak İçin
- Derby’den Özak’a Sendikalı Olma, Sendika Seçme Hakkı
- Boyun Eğmek mi Birlikte Karşı Durmak mı?
- Barış İstemenin Suç Olduğu Yerde İnsanca Yaşam Olur mu?
- Saldırılara Karşı Durmanın Yolu Birlik ve Dayanışmadır
Son Eklenenler
- Siyasi iktidar ve sermaye sınıfı yasa kural tanımadan işçilerin haklarını gasp ediyor. Bu saldırılara işçilerin cevabı ise mücadele etmek, boyun eğmemek oluyor. 7 Martta greve çıkan Lezita işçileri, 17 Martta Manisa Turgutlu’da yürüyüş ve basın...
- İşçilerin mücadele örgütü UİD-DER’in, “Geçmişten Geleceğe Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” şiarıyla düzenlediği etkinlikler dizisi İstanbul Avrupa Yakası ve Mersin’deki etkinliklerle son buldu.
- Kocaeli İSİG Meclisi ve Eğitim-Sen 1 No’lu Şube, MESEM aracılığıyla öğrencilerin sermaye için çocuk işçi yapılmasına karşı 16 Martta basın açıklaması düzenledi.
- Patronlar iş barışını “patronla işçi arasında uyum, saygı ve güven ortamı” olarak tanımlıyorlar. Peki, patronun işçiyi sömürmesi üzerine kurulu bir sistemde saygıdan, barıştan söz edebilir miyiz? İş barışı söylemini dillerinden düşürmeyen patronlar...
- Malum, Şubat ayını geride bırakıp baharın gelişini müjdeleyen Mart ayına girdik. Fakat içimiz bahar sevinciyle dolmak bir yana daha da kararıyor. Ama bunun tek nedeni hava değil. Atalarımız “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” demişler....
- Ücretlerimizin yükseltilmesini talep ettiğimiz her dönemde, biz işçilere “açgözlü”, “nankör” yaftası yapıştırılır. İktidar sahiplerinden tutun da, daha fazla kâr etmek için hayatlarımızı cehenneme çeviren patronlara kadar sermaye sınıfının zihniyeti...
- İşçilerin pek çok sektörde hak gasplarına karşı verdikleri mücadeleler sürüyor. Antep’te bulunan Sayın Tekstil fabrikasında 200’ü aşkın işçinin ek zam talebiyle 9 Martta başlattığı iş bırakma eylemi devam ediyor. 14 Martta sendikaları BİRTEK-SEN’le...
- Toplumun ezenler ve ezilenler olarak ikiye bölündüğü bir sistemde gerçek adalet ve barış olamaz. Ama gerçek adaleti ve barışı isteyenler olur ve onlar ezilen sınıflardır, kadın erkek işçiler ve emekçilerdir. Dünden bugüne Fransa’dan Türkiye’ye...
- Hepimizin bildiği üzere kısa bir süre önce 2023-2025 MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi grev aşamasında son buldu. Birden çok fabrikada MESS’e bağlı olsun veya olmasın hareketli süreçler yaşandı. Çünkü alınacak ücret başka fabrikadaki işçilerin alacağı...
- Pek çok işçi kardeşimiz grev ve direnişlerde “biz ekmeğimizin peşindeyiz” derler. Bununla ekmeklerini korumak dışında bir amaçları olmadığını anlatmaya çalışırlar. Fakat kısa zamanda ekmeklerini koruyabilmek için sendikaya üye olma, grev, gösteri,...
- TÜİK’e göre Türkiye’de göreli yoksullaşma da azalıyormuş! Ülkedeki ortalama gelirin yüzde 50’si yoksulluk sınırı olarak kabul edildiğinde 2013 yılında göreli yoksulluk oranı yüzde 15 iken 2023 yılında yüzde 13,9’a düşmüş. Pek çok uzman Cumhuriyet...
- Erzincan İliç’te bulunan siyanürlü altın madeninde meydana gelen faciada 9 madenci kardeşimiz hâlâ göçük altında. Siyanürlü liç yığınının çökmesinin ardından siyanürün yanı sıra çeşitli ağır metaller de suya ve toprağa karıştı. Madenin sahibi yerli-...
- Çalıştığım işyerinde Tuncay isimli bir arkadaşımız var. Tuncay eşinden ayrılmış, çok şeker bir oğlu var, hayatta belki de tek tutunacağı dal o kalmış. Gözlerinde “şişe dibi” diye tabir edilen bir gözlük, ayağının biri topal, iki kulağında da işitme...