Akşamları karanlık sokaklardan ilerlerken usul usul, bir şeyi fark ettim. Bir binanın bütün oturma odalarında ışıklar sönmüş ve çeşitli renklerdeki loş bir ışık perdenin izin verdiği kadar dışarıya sızıyordu. Dışarısı çok soğuktu. Akşamın erken saatleri olmasına rağmen neredeyse kimsecikler yoktu sokaklarda, çöplerden kâğıt toplayan insanlardan başka. Dikkatimi çeken bu durum yaklaşık bir saatlik bir yürüyüş yapmamı sağladı. Önünden geçtiğim bütün binaları neredeyse tek tek inceledim. Birçok binanın mutfağının ışıkları yanıyor ve diğer odalarında ise tek tük ışık var. Mutfaktaki ışığın sebebi belli; akşam yemekleri yendikten sonra bulaşıklar yıkanıyor yorgun ellerle. Diğer odalarda ise loş ışık eşliğinde kararan gelecek.
Baygın ışıklı odalarda ne olup bittiğini tahmin edebiliyorum. Tahminlerimde yanılıp yanılmadığımı anlamak için tanıdıklarımı ziyarete karar verdim. Birkaç gün aradan sonra bir tanıdığımın evine doğru yola koyuluyor ve bir taraftan da binaları incelemeye devam ediyorum. Önceki günlerdeki tablo aynen duruyor. Gideceğim binanın önünde durup aşağıdan yukarıya doğru şöyle bir süzüyorum. Ziyaret edeceğim evin oturma odasında ışık neredeyse perdeyi yırtacak şekilde cama vuruyor. Merdivenlerden çıkarken düşünüyorum, acaba evdeki televizyon mu bozuk. Zile basıp kapının açılmasını beklerken sabırsızlığım yüzünden bir kez daha zile bastığımın farkında bile değildim. İçeriden bir ses: “Patlama geldim!” Kapı açılıyor ve mahcup bir biçimde beni karşılayan kişi, “kardeşim zannetmiştim, kusura bakma, buyur içeri” diyor. Bir taraftan da “nerden çıktın” der gibi bir tavır takınıyor.
Odaya girdiğimde bütün aile pür dikkat bozuk olduğunu düşündüğüm kara kutuya kilitlenmiş. Demek ki bozuk değilmiş! Birkaç kişi yarım ağız hoş geldin dedikten sonra gözler neredeyse hiç kırpılmadan aynı noktaya bakmaya devam ediyor. Ben de mecburen bu yolculuğa katılıyorum. Neyse ki reklâmlar imdadıma yetişiyor. Tekrar bir selamlaşmanın ve “ya nerelerdesin, hiç görünmüyorsun, gelip gitmiyorsun” şeklindeki laflaşmaların ardından dizi başlıyor ve oyuncuların beğendiğimiz yönlerinde yolculuğa kaldığımız yerden devam ediyoruz. Dizi bittikten sonra aile bireylerinden biri hemen kanal değiştirmesini söyleyerek güzel bir sinema filmi olduğunun duyurusunu yapıyor. Ben de merak konusu olduğu için soruyorum: “Televizyon seyrederken neden ışığı kapatmıyorsunuz?” Işık kapalıyken televizyonun ışığı gözleri daha kötü etkiliyor, o yüzden de ışığı söndürmüyoruz diyorlar. Biraz oturduktan sonra iyi akşamlar diyerek evden ayrılıyorum.
Ziyaret ettiğim birkaç evde de durum üç aşağı beş yukarı aynıydı. Hatta beni çok özlediğini söyleyen annem ve babamın yanına gittiğimde de benzer bir durum yaşandı. Bir tek reklâm aralarında konuşabiliyorduk. Annemin dizisi bitip babamın dizisi başlıyordu. Sonra da uykuya yenik düşen bedenler aramızdaki diyalogun oluşmasını engelliyordu.
Tüm bu incelemelerimin ardından vardığım sonuç ise korkunç. Televizyon hayatımızın çok önemli bir parçası olmuş durumda. Her yaş grubuna hitap eden, çeşitli programlarlarla insanları kendine bağlayan bu lanet kutu geleceğimizi karartıyor. Aynı evde yaşadığımız halde birbirimizle konuşmayan, sıkıntılarımızı paylaşmayan insanlar haline geliyoruz. Her gün biraz daha kendi içimize gömülerek yabancılaşıyoruz. İzlediğimiz programlardaki olaylarla hem kendimize hem de etrafımızdaki insanlara karşı kuşku duyarak güvenimizi yitiriyoruz. Mahalledeki ve işyerlerimizdeki sorunlarımız birbirimize güvenmediğimiz için artarak devam ediyor.
Televizyon kanalları reyting yapmak için tonlarca para harcayarak sürekli değişik programlar yapıyorlar. Kim izliyor bu programları? Tabii ki işçiler ve emekçiler. Peki, iş yasalarından ve işçi haklarından bahseden programlar yapsalar, o zaman da reytingler tavan yapmaz mı? Bence yapar. Çünkü işçilerin önemli bir çoğunluğu iş yasalarından habersiz yaşıyor. Ama böyle bir program yapmazlar, çünkü bu kanalların sahipleri de patronlar. Onlar bizim kafamızı karıştırmak için varlar. Onların istediği gibi düşünmemiz ve onların istediği gibi asla gerçekleşmeyecek hayaller peşinden koşmamız için varlar. Var olma sebepleri insani ilişkileri yok ederek ve bütün olana bitene seyirci kalmamızı sağlayarak bizleri daha kolay sömürebilmektir. Televizyon patronların en güçlü saldırı silahı ve geleceğimize düşen en büyük karanlıktır. Onu tanıyalım! Tanıyalım ki, çevremizdeki haksızlıklara seyirci kalmayalım!