
Bu felâket yaşandığında fabrikada çalışıyordum ve bir arkadaşımla yaptığım telefon görüşmesinde öğrendim depremin olduğunu. Hemen fabrikadaki arkadaşlarımla paylaştım ve haberleri takip etmeye başladık. İlk dinlediğim haber bir radyo kanalında idi. Bu haberi dinleyince öfkem iyice arttı. Haber aynen şöyle idi: “Japonya’da gerçekleşen deprem borsayı etkiledi, önümüzdeki dönem sigorta şirketlerinin hisseleri düşecek, inşaat şirketlerinin hisseleri yükselişe geçecek.” Evet dostlar, hani bir atasözü var “ kasap et derdinde koyun can derdinde” diye, kendimi koyun gibi hissettim kaybettiğimiz canlarımızın derdine düşerken. Doğrusu biz işçiler de koyunlar gibiyiz aslında, hep sürü halinde birlikte ve kalabalığız ama bir türlü başımızı birbirimizin kıçından kaldırıp bir avuç patronun üstüne yürümediğimiz için onların kâr-zarar hesaplarına konu oluyoruz. İşçi arkadaşlarımız neden başımıza böyle felâketlerin geldiğini anlamadan sorumluları ya öbür dünyaya havale ediyor ya da okkalı bir küfür ederek rahatlamaya çalışıyorlar.
Peki, böyle olmak zorunda mı? Tabii ki değil. Aslında işçi sınıfının devrimci önderleri yıllar önce kapitalizmin insanlığı nasıl bir felâkete sürüklediğini söylemişlerdi. Bugün biz onların yüzyıldan fazla bir zaman önce söylediklerini teker teker yaşıyoruz. Kapitalistler sevdiklerini kaybeden insanların çektiği acıyı anlayamaz, anlayamadığı için de paylaşamaz. Onlar ancak kâr-zarar hesabından anlar ve güçleri oranında bu kâr ve zararı paylaşır. İnsanın içinden “yerin dibine batsın sisteminiz” demek geliyor. Fakat bu öyle demekle olmuyor. Patronları da onların sistemi kapitalizmi de yerin dibine bir daha dönmemek üzere yollayacak depremi yaratacak güç bizim elimizde, örgütlenmemizde. Bu arada sallantılar başladı, Arap halkları despotlarını sallıyor, fakat yeterli değil. Daha da kuvvetli sallayıp başımızdakileri indirmek için sınıfımızın mücadelesini güçlendirmeli ve birleşmeliyiz. İşte o zaman dünyamızı kapitalistlerin kâr-zarar hesabından kurtarıp insan gibi yaşanan bir gezegen haline getireceğiz.