
Çalışmak… Çok çalışmak… Çalışkan olmak… Bu sözler zihinlerimizde hep olumlu çağrışımlar yapar. Tembelliği hoş karşılamayız. Çünkü patronlar bize hep daha çok çalışmayı salık verirler. Öyle ki artık fabrikalarda kesintisiz olarak 24 saat çalışan makinelerden farkımız kalmadı.
Derneğimizin Gebze şubesinde bir seminere katıldım hafta sonu. Semineri sunan arkadaşımız salondakilere birkaç soru sordu. Bu sorulara verilen cevaplar karşısında nasıl da kahrolası bir ücretli kölelik düzeninde yaşadığımızı bir kez daha öfkeyle hatırladık. İlk soru, aramızda kaç kişinin işsiz olduğuydu. Cevap verildi ve neredeyse dörtte birimiz işsizdik. Geriye kalanlardan çalışan 16 işçi arkadaş günde 12 saatten fazla çalışıyordu. Toplantıya katılanlar içinde çalışabilen işçi arkadaşların yarısı 12 saat, geri kalanları ise 10 ilâ 12 saat arasında çalışıyordu. Haftasonu mesaiye kalmayan neredeyse yoktu. Hatta sözünü ettiğim etkinliğe çağrılan ve pazar mesaisinde olduğu için gelemeyen çokça arkadaşımız vardı. Sadece bu durum bile Uluslararası İşçi Dayanışması Derneği’nin işçiler açısından ne denli hayati çalışmalar yaptığını ve ne denli önemli olduğunu göstermeye yetiyor. Pazar günü işlenen konu ise tam da bu meseleyi vurgulayan “Uzayan İş Saatleri ve Bitmeyen Mesailer” idi.
Patronlar bizlere öyle düşük ücretler veriyorlar ki, bizleri mesaiye bırakmayan posta başlarımıza kızar hale geldik. Bir arkadaşımız işyerinde yaşadığı bir olayı şöyle anlattı: “Yan yana çalıştığım kadın arkadaşım çok rahatsızdı. Sürekli bel ağrısından şikâyet ediyordu. Çektiği acı yüzünden okunuyordu. Şef geldi ve 16 saate kalıp kalamayacağını sordu. Arkadaşım ‘olur, 24 saate de kalırım’ dedi. Şef sevinerek uzaklaştı. Çok öfkelenmiştim. Bu öfkeyle arkadaşıma döndüm ve ne biçim bir insan olduğunu sordum. Acıdan kıvrandığı halde nasıl olup da kendi isteğiyle iki vardiya daha çalıştığını sordum. Bana ‘Gebze gibi bir sanayi şehrinde iş bulamadığı için kocam Karabük’e geri döndü. Bebeğime bakamadığım için onu da Bolu’ya anneme gönderdim. Onları görebilmek için para kazanmam gerekiyor’ dedi.”
Biz işçileri insan yerine koymaz patronlar. Öyle olduğu için 24 saat, 32 saat, 40 saat boyunca aralıksız çalıştırabilirler. Sanki anamızın karnından onların kölesi olmak için doğduk. Evlâtlarımızı kölece çalışsınlar, patronların kârına kâr katsın diye dünyaya getiriyoruz sanki. Yaşamlarımızın tek manası sanki onların servetlerini büyütmek. Köle olmadığımızı, insan olduğumuzu patronlara hatırlatabilmek için bir araya gelmemiz gerekiyor. Uzayan iş saatleri bunun önünde engeldir. Ücretlerimizi arttırmanın tek yolunun fazla mesaiye kalmak olduğuna inandırılmışız. Köle gibi çalışmaya alıştırılmışız.
Fabrikalarımızda bir araya gelirsek, fabrikalarımızdan alanlara akarsak, 1 Mayıs günü örgütlü bir şekilde çıkarsak patronlarımızın karşısına, o zaman yüreklerinde duyacakları korku insan olduğumuzu hatırlatır.