Merhaba dostlar. Ben elektrik sayaçlarının anakartını üreten bir fabrikada çalışıyorum. Anakartın üzerindeki malzemeleri lehimliyoruz. İşe gireli bir buçuk ay oldu. Fabrikada 150 işçi çalışıyor. Üç bölümde üretim yapılıyor. Enjeksiyon bölümünde setüstü ocakların düğmeleri yapılıyor. Diğer iki bölümde elektrik sayaçlarının anakartı yapılıyor. Arçelik, Beko, Vikko gibi markalara üretim yapılıyor. Başka fabrikalardan farksız olarak burada da birçok şey yasak. Patronlar her yerde aynı, baskı ve zulümlerini biz işçilerden eksik etmiyorlar. İşe ilk girdiğimde işçiler “hoş geldin, hayırlı olsun” diyerek selam verdiler. Bir kaç gün sonra da kim yanıma gelse nasihat verip öyle gitmeye başladı. Nasihatleri ise “burada kimseye güvenme, daha yenisin, bir arkadaşın olsun başka da kimseyle içli dışlı olma, burada dedikodu çok” idi. İçimden “bunlar anlaşarak mı gelip aynı cümleleri söylüyorlar acaba” dedim. İşçiler aynı fabrikada akşama kadar, hatta gece yarılarına kadar birbirlerinin yüzüne bakıyorlar. Ailelerinden çok işçi arkadaşlarını gördükleri halde birbirlerine güvenmiyorlar. Bu güvensizliği patronun nasıl kullandığı ise kısa sürede ortaya çıktı.
Patron, fabrikada iki günden fazla süreli iş göremezlik raporlarının paralarını kesmeye başladı. İşçiler de rapor parası kesilmesin diye imza toplamaya başlamışlar, ama imza kâğıdı daha bizim bölüme gelmeden olay müdürün kulağına gitmiş. Müdür hemen bütün bölümlerdeki işçileri topladı. Suratının rengi kaçmış bir şekilde şunları söyledi: “Arkadaşlar aranızda ekmeğinizle oynamak isteyenler var. Kimse onlar hemen ortaya çıksın. İmza toplamaya öncülük edeni bulursak gözünün yaşına bakmayıp işine son vereceğiz. O küçücük beyinleriyle kendi kafalarına göre bir şeyler yapmaya kalkmışlar. Tabii aranızda akıllı arkadaşlarınız da var, hepinize söylemiyorum. Benim kimsenin rapor parasını vermek gibi bir zorunluluğum yok. Devlet ödemiyor, ben de ödemiyorum raporlu gününüzü. Yasa böyle, yasaya karşı mı geleyim? Bugüne kadar muhasebenin yanlışlığından dolayı ödenmiş. Şimdi raporlu gününüz kesilecek.” Bir işçi arkadaş “Yanlışlıkla ödenmiş demeyin, bizim kafamızı karıştırmayın. Benim kardeşimin işyerinde rapor parasını patron kesmiyor” diyerek cevap verdi.
Diğer bir işçi arkadaş “raporlu olduğumuz günü kesemezsiniz, boşuna mı rapor alıyoruz, insanız, hasta oluyoruz. Siz bizim bir veya iki günümüzü ödemekle zarar etmezsiniz, ama bizim bir gün bile kesintimiz bize zarar” dedi. Müdür ısrarlı bir şekilde “Bakın arkadaşlar, ben sizin gelmediğiniz gününüzü ödemem. Yasa bu” diye cevaplayınca aynı işçi arkadaş, “Bizi gece 12’ye kadar mesai bırakıyorsunuz, bu da yasal değil. Madem yasa dışına çıkmıyorsanız başka işyerlerinde fazla mesai en fazla saat 10’a kadar sürerken burada neden böyle?” diye sordu. Müdürün suratı biraz daha şekil değiştirmeye başladı. “Arkadaşlar benim sizleri belirli bir saat fazla çalıştırma hakkım var, hem her gün fazla mesai yapmıyoruz” dedi. Başka bir işçi de “evet fazla mesaileri azaltın, çok ağır geliyor” dedi. Müdür konuşan işçiye “eski olduğun için hatırlatırım, eskiden daha yoğun çalışıyorduk, o zaman sesin çıkmıyordu” diye çıkıştı.
Tartışma bu şekilde devam etti. İşçiler sorunlarını giderek daha yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Kimisi yemeklerden şikâyet etti, kimisi rapor parası kesilmesin diye talepte bulundu. Müdür sadece yemek şikâyetini dikkate aldı ve diğer sorunları bir daha gündeme getirmemelerini söyledi: “Şimdi aklınızı başınıza toplayıp işinize sarılın. Bu fabrika daha ne kadar büyür diye kafa yoracağınıza böyle saçma sapan şeylerle uğraşıyorsunuz. Arkadaşlar hepiniz buradan ekmek yiyorsunuz. İleriye bakmamız gerek, burada kimsenin hakkı yenmez, şimdi işinizin başına.” Herkes işinin başına döndü. Ama kimse imza atmaktan pişman değildi. Bir daha olsa yine atarız diyenler oldu. Sonradan öğrendim ki, bu toplantı müdürün en edepli toplantısıymış. Önceki toplantılarda küfürlü konuşarak ağzına geleni sayıyormuş işçilere. Ama bu kez epey bir işçiden imza toplanmış olması onu korkutmuştu. Bana sürekli olarak kimseye güvenme diyen işçilere, birlik olup basit bir imza topladıklarında bile müdürün nasıl korktuğunu ve tavrını değiştirmek zorunda kaldığını anlattım.
Birbirimize güvenmeden patronlara karşı koyamayız. Taleplerimizi patronlara kabul ettirmemizin tek yolu birlikte hareket etmekten geçiyor. Birbirimize güveneceğiz ve sahipleneceğiz. Mücadele edip kazanamayacağımız hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorum. Beynimizdeki önyargı duvarlarını yıkalım. Duvarları yıkmak patronların sömürü düzenini yıkmak demek. Onlar işçilerin en ufak birliğinden bile ölesiye korkuyorlar. İşçi sınıfının bütününün birliğini görünce o zaman da tarla faresi gibi kaçacak delik arayacaklar. Bu sömürü düzenini yıkacak olan işçi sınıfının nasırlı eli, onurlu yüreğidir.