
Bu güzel sözler Nazım Hikmet’in bir şiirinden. Onun şiirleri, yaşadığı coğrafyanın ezilen, sömürülen işçilerini ve onların hikâyelerini anlatır. Biz işçiler karınca kadar çalışkan ve her sabah fabrika yollarında karınca kadar çoğuzdur. Biz işçiler nasırlı elleriyle hayatı her gün güneş doğarken yeniden yaratanlarızdır. Biz işçiler, sekiz ya da on yaşında işe giden, yirmisinde evlenen ve sonrasında hep çalışan, hep üretenleriz. Biz işçiler, köylerde ve şehirlerde her sabah güneş doğmadan düşeriz yollara. Üretmek için hayatı yeniden, her sabah ulaştığımızda tarlalara, fabrikalara, arazilere çalışırız patronlar için. Ve biz işçilerin mesai saatleri gün ağardığında başlar gün karardığında biter. Ve biz işçiler ne yazık ki çoğu zaman ses çıkarmadan katlanırız bu eziyete.
Ama biz işçiler bir kere yol gösteren düştüğünde önümüze, bir kere farkına vardığımızda örgütlü gücümüzün ve gayrı yeter dediğimizde, eskiyi yıkıp yeniyi kuracak kadar da cesuruzdur. Patronları tir tir titretir ve hakkımızı almada engel tanımayız. Bunun örnekleri tarihte birçok kez yaşanmıştır ve halen de yaşanmaktadır. En taze örneğine geçenlerde Legrand fabrikasının önünde şahit oldum.Birkaç gün önce sendikaları Birleşik Metal-İş’e yeni üyeler kazandıran, sendikalarının gücünü arttıran, sendikal örgütlülüklerine sahip çıkan, işten atılan ama aynı sendika yönetimi tarafından sahip çıkılmayan iki yiğit Legrand direnişçisi kadın işçiyi ziyaret etmiştim. Burada arkadaşlarla BMİS yöneticilerinin mücadelelerine neden sahip çıkmadığını konuşurken, bir yandan da direnişçi arkadaşlarımın her gün fabrika önünde bekledikleri alanın Gebze Organize Sanayi Bölgesi görevlileri tarafından duvarla çevrildiğini izliyordum. Legrand patronu bu alanı beton duvar örerek özel mülküne katıp, işçileri fabrika önünden bu yöntemle uzaklaştırmayı hedefliyordu.
Korkak Legrand patronunun iki kadın işçiden korktuğu için ördürttüğü o duvarın işçi sınıfının önünde engel teşkil edemeyeceği, işçi sınıfının yıkıcı gücü karşısında bir mani olamayacağı tarihsel bir gerçektir. Çünkü bizler 15-16 Haziranda yürüyerek patronların üzerine onları İstanbul’dan kaçıran, Derby’de, Demir Döküm’de, Singer’de, Gamak’ta, Sungurlar’da, Alpagut Linyit’te ve Günterm’de patronların “bizim özel mülkümüzdür” dediği fabrikaları işgal ederek “fabrikalar bizimdir, dünyayı biz yaratırız ellerimizle” diyen işçileriz. Bizler kolluk kuvvetleriyle göze göz, dişe diş çatışmalara giren yiğit işçi sınıfının bir parçasıyız.
Haklı mücadelelerinde kararlı bir duruş sergileyen, patronlara korku salan Legrand direnişçisi iki kadın işçiyi cesaretleri ve yiğitliklerinden dolayı tebrik ediyorum. Belki bu mücadele küçük bir örnektir, fakat bir kıvılcıma da dönüşebilir. Ben buna yürekten inanıyorum. Bu iki kadın direnişçi sayesinde eminim birçok işçi sendikalarımıza çöreklenmiş bürokratları bir an önce defetmemiz gerektiğini daha yüksek sesle düşünmeye başlamıştır. Ve ilk olarak bu bürokratları evimizden temizleyen işçiler sonunda dünyayı patronlardan temizlemeye başlayacaktır. Bunun için tek çıkar yol örgütlü mücadeledir.
Yaşasın İşçilerin Uluslararası Mücadele Birliği!
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!