
Pazartesi yani haftanın ilk işgünü akşam saatlerine doğru arkadaşımdan bir telefon geldi. Arkadaşım telefonda üzgün sesiyle, tanıdığı bir inşaat işçisinin çalıştığı yerde iş kazası meydana geldiğini, bir işçinin iskeleden düştüğünü ve UİD-DER’li bir işçi olarak iş kazasını araştırmak, işçilerin yanında olmak, kısacası yardımcı olmak için hastaneye gitmeye müsait olup olmadığımı sordu. Elbette dedim ve elimdeki işi bir kenara bıraktım, hastaneye gittim.
Kaza geçiren işçiyi getiren inşaat işçilerini, acil serviste buldum. Zaten üst-başlarından belliydiler. Bir de üzgün, karamsar gözleri… UİD-DER’den geldiğimi ve yardımcı olmak istediğimi söyledim. İçeriden gelen bir inşaat işçisi kaza geçiren işçi arkadaşlarının 18 yaşında genç bir işçi olduğunu söyledi. Tehlikeyi atlattık der gibi “şu anda durumu iyi ve sadece kolunda kırık var” dedi. Yeniden, “bu kadarla atlattığımıza şükür” dedi. Bir yandan sigarasını içine çekiyor, diğer yandan kaza anını anlatıyordu.
Her iki işçi de kazanın etkisi altındaydılar. Biri “bak ben de geçenler de kaza geçirdim. Bir aydır kolumu zor kıpırdatıyorum” dedi. Öbürü “ben iskeleden düştüm ve çok ucuz atlattım, oysa benden önce düşen işçi öldü” diyerek inşaat işçiliğinin her an kazayla, her an ölümle burun buruna çalıştıklarını vurguladı.
Konuşmalarımız sürerken Kartal Yavuz Sultan Selim Hastanesinin Acil kısmına ambulanslar geliyordu. Ne tesadüftür ki onar dakika arayla acile gelen hastalar arasında inşaat işçileri çoğunluktaydı. Elbisesinden belli olan bir inşaat işçisine ben dikkat çektim. Öbürlerini inşaat işçileri tespit etti. Biri demirci, diğeri ya sıvacı ya da başka bir iş yapıyordu. Titreyen, kan içinde kendinden geçmiş işçiler adeta bir çuval gibi sedyenin üzerine konuluyor, iki sağlık görevlisi acele ederek kapıdan içeri giriyorlardı.
İşçilerden birine arkadaşının nasıl kaza geçirdiğini sordum. İlki işçi “kazayı ben görmedim, fakat kalas üzerinde çok dalgın olduğunu fark ettim. Nasılsın diye sorduğumda biraz halsiz olduğunu söyledi”. İskeleyi duvara bağlayan bir vidanın yerinden çıktığını, o vidayı ne olur ne olmaz diyerek çaktıktan sonra, oradan 5 dakikalığına ayrıldığını anlattı. “Ben arkadaşın düştüğünü gözlerimle gördüm” diyen diğer inşaat işçisi kazanın nasıl olduğunu anlattı: “Sigara almak için bakkaldan döndüm, yolun başında elinde kovasıyla kalas üzeriden yürüyen gencin bir anda sendelediğini, dengesini kaybedip üçüncü kattan aşağıya düştüğünü gördüm. Çenesi demire geldi ve sırt üstü yere düştü. Bağıra çağıra koştum, sonra ambulans çağırdık, buraya geldik.”
18 yaşında genç işçinin elbette sigortası yok. Ailesi köyde. Burada ağabeyinin yanında kalıyor. Gülsuyu’nda oturuyor. İş güvenliği önlemi yok, ağır ve tehlikeli işte hasta haliyle halsiz çalışıyor.
Dilim döndüğünce o anda neden bir patron düşmüyor, neden sigortamız dahi yok, neden genç yaşta bu acıları çekiyoruz diye anlatmaya çalıştım. Neden önlem alınmıyor diye sordum. Bir inşaatın bir işçinin yaşamından daha değerli olduğunu kim iddia ediyor?
Haftanın daha ilk işgününde acil servisin önü iş kazalarıyla dolup taşıyor. Yara bere içinde, acılar içinde kıvranan kazazedeler içinde inşaat işçileri başı çekiyor. Daha nicesi sırada, bunu biliyoruz. Bildiğimiz bir başka gerçek de çoğunluğumuzun örgütsüz oluşu. Birbirimize güvenmiyor oluşumuz. Bu duruma son vermeden bu kazaları durduramayacağımız belli değil mi?