İşsizler olarak birkaç arkadaş bir araya gelip düzenli olarak iş aramaya başladık. Bir kozmetik fabrikasında işçi alımı olduğunu öğrendik ve form doldurduk. Formları doldurduktan sonra bizimle görüşüleceği söylendi ve biz de beklemeye başladık. “Hepimizi birlikte alsalar ne güzel olur” diye kendi aramızda konuşmaya başladık. Bir süre sonra üretim müdürü yanımıza geldi ve bizimle tanışıp formlarımızı incelemeye başladı. Önce “siz Tuncelili misiniz?” diye sordu. Birimiz “evet ben Tunceliliyim” diye cevapladı. Sonra formalara bakıp Karlıovalı bir arkadaşımıza Karlıova’nın hangi köyünden olduğunu sordu. Öyle bir sordu ki hepimiz müdürün de Karlıovalı olduğunu düşündük. “Şansa bak ya” diye düşündük. Üretim müdürü hepimizin formdaki memleket kısmının altını kırmızı kalemle çizdi. Tesadüfe bakın, hepimiz de Kürttük!
Müdür formları inceleyip daha önce çalıştığımız işleri sorduktan sonra işyerinin koşullarını anlatmaya başladı: “Hafta içi saat 8-18 arası çalışıyoruz. İş uzarsa 15-20 dakika toparlayıp öyle çıkıyoruz. Saa 19’u geçerse eğer, mesai sayılır.” O sırada biz de içimizden konuşmaya başlamıştık. “Ohh ne güzel! Her gün patrona 1 saat bedavadan çalışacağız.” Üretim müdürü koşulları anlatmaya devam ediyordu: “Haftanın beş günü çalışıyoruz. Arada işimiz aksarsa, toparlayamazsak, bizden kaynaklı sorunlar olursa yani, 2 haftada bir cumartesileri 16’ya kadar çalışıyoruz.” Arkadaşlarımızdan biri “Cumartesi mesai mi?” diye sordu. Müdür, “hayır biz kendi işimizi toparlamak için cumartesi çalışıyoruz, mesai değil” dedi. Biz de içimizden konuşmaya devam ediyorduk: “Vay be, valla ne güzel. Kendi işiniz ayağına Cumartesileri de bedavadan çalıştırılalım. Mesai de ne demek? Bu bizim kendi işimizmiş. Bizimki de soru işte…”
Müdür anlatmaya devam ediyordu: “Bakın arkadaşlar, geniş düşünmek lazım. Olaylara öyle at gözlüğüyle bakmamak lazım. Vay benim hakkım var, yok ben hakkımı isterim falan. Burada böyle şeyler istemem. Burada herkes çalışır, işin devamlılığı olur, iş büyür, işyeri kazanır ve böylece biz de kazanırız. Ben emekli subayım. Yıllardır burada müdürlük yapıyorum, kimseye babasının hayrına burada müdürlük yaptırmazlar. Kriz döneminde yeri geldi fabrikada mazot parası olmadı ama biz cebimizden verdik ve yine işimize geldik.” Bu arada biz de bir şey dememek için kendimizi zor tutuyorduk ve bir yandan içimizden müdüre sayıyorduk.
Bugün birçok işçi arkadaşımız sırf memleketinden dolayı işe alınmıyor veya en ufak bir hakkını aradığında kapının önüne koyuluyor. Patronlar sınıfı ve onların hizmetkârları çıkarlarını çok güzel koruyorlar. Bizleri çıkarları için kullanmak istediklerinde de işi ne güzel kılıfına uyduruyorlar. Mücadele eden, kafası çalışan işçilerden çok rahatsız olduklarını da açık açık söylüyorlar. Müdürün de dediği gibi bizlerin at gözlüklerini çıkarıp olaylara daha geniş bakmamız gerekiyor. Daha geniş bakmaya başladığımızda patronların istediği gibi değil ama olmamız gerektiği gibi olabiliriz. Kendi kişisel çıkarlarımızı bir yana bırakıp onların baktığı gibi sınıfsal bakmayı öğrenmeliyiz.