
“Vahşi kapitalizm” döneminden bugüne, uzayan iş saatleri ve mesailer yaşamlarımızdan neleri götürüyor, önce hep birlikte dinledik. Ardından dünyada çalışabilir tüm nüfusun üretime katılması ile çalışma saatlerinin 3-4 saat gibi kısa bir zamana düşebileceğini şaşkın gözlerle dinledik. O kadar işçiden “Günde kaç saat çalışıyorsunuz?” sorusuna kalkan ellerden sadece birkaçı 8 saat diyordu. Çoğunluğu ise 12 saat ve üzeri çalışan işçilerin elleri oluşturuyordu.
Seminerden sonra söz alan işçi arkadaşlardan Adana’da oturan bir liman işçisi şunları söyledi: “Ben bu tarz seminerlere hep katılıyorum. Bunun sevindirici bir tarafı değişik insanlar görüyorum, katılan işçiler çoğalıyor. Ben de limanda çalışan bir işçiyim. Biz zorunlu mesaileri mücadelemizle kaldırdık. 74 gündür direnen işçi arkadaşlarımız gibi mücadeleleri ancak böyle toplantılarda görebiliyoruz. Örgütlenmekten ve sendikalarımızda mücadele etmekten başka yolumuz yok.”
Karayolları’ndan bir işçi ise, “14 saat çalışan işçi 2-3 işçi arkadaşının işsiz kalmasına neden oluyor. Fazla mesai istemek aslında bir işçi için kendi sınıfına ihanet demektir. Fazla çalışmayı kötüleyen bir tane sendika göremiyorum. Bu da sınıf bilincinin eksikliğine neden oluyor” dedi.
Mersin Limanından gelen bir direnişçi arkadaş ise şöyle anlattı derdini: “Bizim çalışma koşullarımız çok ağır. Sülfürik asit boşaltma işi mesela. Buharı bile eritme özelliğine sahip olan bu işte ben 72 saat limandan hiç çıkmadan 7200 tonluk gemiyi boşaltana kadar çalıştırıldığımızı hatırlıyorum. Sen bu işi yapmazsan dışarıda yapacak adam çok diye bir de gözdağı veriyorlardı bize. Bunun yanında dünyanın 27 ülkesine girişi yasak olan “petrokok kömürü” gemisi gelirdi limana. Pek çok ülkenin karasularına bile yanaştırılmayan bu gemiye biz hayalet gemi derdik. Hafta sonu tatil günlerinde gelen 50.000 tonluk gemi kimsenin ruhu duymadan boşalttırılırdı. Çimsa fabrikasında yakıt olarak kullanılan ve yakıttan kalanın çimentoda ham madde olarak kullandırıldığı bu maddeyi dillendirdiğimiz için tehditler aldık. Bu gidişe dur diyebilmek için sendikalı olduk. İşimizden olunca direnişe geçtik. Bugün 74 gündür direnişteyiz.”
Diğer direnişçi liman işçisi ise; “Ben limanda kantinde çalışırken günde 12 saat çalışıyordum. Çocuklarımın yüzünü göremiyordum. 20 ay boyunca doğru dürüst izin kullanamadığımdan çocuklarımı bir gün parka götürdüğümü hatırlamıyorum. Çocuklarım yüzümü unutmasın diye fotoğrafımı eve koyup annesine çocuğa göstermesini söylüyordum” dedi.
13 saat çalışan bir kadın işçi, “çocuklarım sabahçı olduğundan çoktan uyumuş oluyorlar. Eve gelip mutfağa giriyorum, biraz temizlik derken saat geçiyor. Eşimin yüzünü bazen akşamları içtiğimiz bir bardak çaylık zaman kadar görüyorum” diyerek hem kadın hem de işçi olmanın zorluklarını anlattı.
Adana organize sanayide çuval üretiminde çalışan plastik işçileri 6 senedir yaşadıklarını şöyle anlattılar: “12 saat çalışıyoruz. Yolda gidip gelirken 2 saat de öyle geçiyor. Birkaç saat uyuyup tekrar işe gidiyoruz. Eşlerimize çocuklarımıza ilgi gösteremiyoruz. Şikâyet dilekçesi yazdığımızda yetkili merciler diğer dilekçeleri gösteriyor. 3-4 aya kadar geliriz diyorlar, bir de gelmeden 3-4 gün önce işverene haber veriyorlar.”
Seminerde ve sonrasındaki konuşmalarda gördük ki; dünyanın her tarafında, işçi sınıfımız örgütsüzlüğün ve sınıf bilincinden uzaklığın belirlediği koşullarda büyük sıkıntılar içerisinde yaşamını sürdürmek zorunda kalıyor. Ama bu kader değil. İşçiler örgütlenerek ve mücadele ederek haklar elde edebilir, yaşamaya değer bir dünya yaratabilirler. Bunun için de işçiler hem sendikal örgütlülüklerini, hem de siyasal örgütlülüklerini güçlendirmelidir. Çünkü patronlar sınıfının yarattığı sorunlarla baş etmenin başka yolu yok.