
Üretimde çalışan 25 yaşlarındaki bir gencin ayağına demir parçası düşmüş. Bunun üzerine fabrikanın bekçisi koştur koştur muhasebeye “Sigortası geçerli mi?” diye sormaya gitmiş. Yaşanan iş kazasını anlatıp, “Hastaneye götüreceğim” demiş. Onlar da, sigorta girişini yeni yaptıklarını, ama iş kazası olduğu için hastanenin bakmak zorunda olduğunu söylemişler. Bekçinin cevabı ise bizlere hiç de yabancı değil: “Olmaz, iş kazası diyemeyiz.” İşletme sorumlusu iyice tembihlemiş, “Böyle durumlarda iş kazası dedirttirmeyeceksin” diye. Bu arada başka bir işçi, iş kazası geçiren gencin yanına gidip hastaneye gittiğinde iş kazası geçirdiğini söylemesi gerektiğini ifade etmiş. Çünkü iş kazası geçiren gencin sigortası 30 gününü doldurmadığından, iş kazası denmediğinde hastane masrafları karşılamıyor. Genç hastaneye gittiğinde bekçi zaten diyeceğini demiş, “evde olmuş” diyerek kazanın üstünü örtbas etmiş.
İş kazası geçiren gence mi üzülelim, kendisi gibi işçi olan bekçinin işçi arkadaşını sahiplenmek yerine, örgütsüzlüğü ve bilinçsizliği yüzünden patron ağzıyla konuşmasına mı yanalım? Düşünün bir işçinin başına gelen bu iş kazasını patronlar niye örtbas etmek istesin? İş kazası geçiren işçiyi düşündüğünden değil tabii ki, kendi zararının önüne geçmek için! Onların kâr hırsı bizim canımızdan daha kıymetli. Üç kuruş kazanabilelim diye kolumuz, bacağımız gidiyor. Canımızdan oluyoruz. Onlar, daha lüks bir hayat sürebilmenin hesabını yaparken, bizler “ay sonunu nasıl çıkartsak?” diye kara kara düşünüyoruz. Dostlar bu olup bitenlere dur demek için illâ ölmemiz mi gerekiyor? Biz neyi bekliyoruz örgütlenmek için?