set iscileri.jpg [1]
Çekimi yapılacak olan dizi için şehir dışında olacaktık. 70 kişilik tüm set ekibi ucuz bir otele yerleştirildik. Prodüksiyondan rejiye, kamera bölümünden ışığa, sanat bölümünden sesçisine, oyuncusundan kostümcüsüne, makyajcısına, setçisinden ulaşımına kadar herkes uzun çalışma saatlerinin mağduruydu. Ama çoğu buna kendini alıştırmıştı. Sabah 5’te kalkarsak 6’da hareket edip gece 1, 2 ya da 3 gibi otelde olurduk. Bazen üzerimize güneş doğardı; ertesi gün 11’e, 12’ye kadar çalışırdık. Ortalama 17-18 saat çalışıyorduk.
Haftada bir gün iznimiz olurdu ama günün yarısı malzeme temizlemekle geçerdi. Buna kimse de sesini çıkarmazdı. Üstelik dediğim saatler arasında çalışmak sürekli bir koşturmacadan oluşuyordu. “Dinlenin biraz!” diye bir söz duyulmazdı yönetmen tarafından. “Arkadaşlar benim zamanım yok, bu sahneyi bitirmem lazım, çabuk olun, hemen yemeğinizi yiyin gelin, yoksa otele gidemeyiz”. Koştururduk sürekli ama bir türlü otele gidemezdik. Bu her gün böyle olurdu. Hem yemeğin ne zaman yeneceği de belli olmazdı. Öğle yemeğini akşam yerdik çoğu zaman. Yemekler de beğenilecek gibi değildi. Yanına bir bardak su bile konulmazdı. Yapımcı suyun bile hesabını yapıyordu. Çalışanlar içten içe rahatsızdı ama ağız birliği olmadığı için kaderimize razı geliyorduk.
Set işçileri sabit bir işte çalışmazlar. Bir sezon bu dizide çalışmışsa gelecek sezon başka dizide veya uzun metrajlı filmlerde, reklâmlarda, kliplerde çalışırlar. Bu farklı çalışma yerlerinden dolayı piyasada birçok tanıdığınız olur ve ne kadar geniş bir çevreniz olursa o kadar kolay iş bulabilirsiniz. “İyi bir çevrenizin” olabilmesi için doğallığında gelişen sosyal ilişkiler yerine üstlerinizle kuracağınız çıkar ilişkisi çok önemlidir. Her sektörde olduğu gibi burada da hiyerarşi hat safhadadır. Şefler, asistanlar vardır. Şeflerin en çok korktuğu konumlarını kaybetmeleridir. Şeflerin aldığı parayla asistanlarınki arasında da derin uçurumlar var. Örneğin bir görüntü yönetmeni haftalık 7 bin lira alabilirken, asistan 200 ila 400 lira alabiliyor.
Yasal olarak günlük çalışma süresi 8 saattir. 8 saatin üzerinde çalışınca fazla mesaiden sayılır. Fakat biz fazla fazla çalışmamıza rağmen almamız gereken ücretin üçte birini alıyoruz. Elde edilen kâr da bir o kadar fazladır patronlar için. Bizlerin çektiği bir dizi, ortalama 90 dakika boyunca TV’de izleyicileri ekrana kilitler. Bu süre içerisinde 5-6 kez reklâm arası verilir. İşçilerin karşılığı ödenmemiş emeğiyle üretilen ürünlerden hem diziyi çeken şirket hem de TV kanalı para kazanır. Medya patronları izlenme oranı yüksek olan bir dizi yayınladıklarında, o yayına bolca reklâm talebi gelir. Reklâmın saniyesi yüksek paralarla hesaplanınca kazanılacak paranın haddi hesabı olmaz.
Biz işçilerin örgütsüz, dağınık olmamız büyük bir sorun. Kimileri Sine-Sen’e üye ama set işçilerinin genel itibariyle hiçbir taban örgütlülükleri olmadığı için, sendika da pek bir şey yapamıyor. Bir oyuncu arkadaşımız çekim arasında bize sendikamızın olup olmadığını sordu. Sendikalı olmadığımızı söylediğimizde, “mutlaka sendikalı olmalısınız, bizim kendi sendikamız var” dedi. Ben de kendi kendime düşündüm, “acaba oyuncuların sendikası neden ayrı?” diye. Aynı işkolunda, aynı ortamda çalışıp, aynı patrona “sahip” değil miydik? Bu durum zaten bin parçaya bölünmüş işçileri bir kere daha bölüyor. Medya, oyuncuları o kadar çok pohpohluyor ki havaları da ayrı oluyor tabii. Oysaki onlar da bizim gibi ücretli işçiler. Patronlar karşısında örgütsüz kalmak bizim en büyük sorunumuz. Tek kurtuluşumuz ise hiçbir yapay ayrıma aldırmadan beraberce mücadeleye atılmak.