
Günlerdir düşünüyordum. Bir insan yıkılmış bir şehrin enkazı altında kalan insanlara nasıl olur da koli koli taş gönderebilir? Hangi vicdan 13 yaşındaki Yunus’un, 14 günlük Azra’nın kaderine üzülmeden, yardım elini uzatmak yerine intikam duygusuyla o insanlara taş gönderir? Bir insan olarak, işçi sınıfının bir neferi olarak bu hale getirildiğimiz için çok utandım. Bizi bu hale getirenlere lanet ettim.
Bütün bu düşünceler arasında işçi arkadaşlarımı evlerinde ziyaret ettim. Onlara derneğimizin başlattığı Van depremzedelerine yardım kampanyasını anlattım. Devletin ve hükümetin tek derdi o bölgedeki insanları cezalandırmak ve rant denizlerine hızla yelken açmak. Ama bizler yoksul ve ezilen işçiler olarak dayanışmamızı esirgemeyecek kadar iyi anlarız açın ve soğukta üşüyenin halinden. Hepsi karınca kararınca bir şeyler verdiler. Neyse ki, dedim içimden, neyse ki işçi kardeşlerim insanlıklarını unutmamışlar, neyse ki dayanışma ruhu içinde uzaklardaki işçi ve emekçi yoksul kardeşlerinin acısını içlerinde duyuyorlar.
Oradan ayrıldım ve işçi mahallelerinin kömür sobalarından yayılan o tanıdık kokuyu içime çekerek dernek şubemize dönmek için minibüse bindim. Henüz yoldayken evlerine gidemediğim arkadaşlarımı aramaya karar verdim ve birini aradım. Ona durumu anlattım. Yardımların yerine ulaştığından emin olmak için gerekli her şeyi yapacağımızı söyledim. “Hiç param yok, çok sıkıntıdayım” dedi. Arkadaşım gerçekten sıkıntıdaydı, bunu biliyordum. Bu nedenle yardımın parayla sınırlı olmadığını, atkıdan bereye, çoraptan ilaca elinden ne gelirse gönderebileceğini söyledim. Telefonu kapattım. Yanımda genç biri oturuyordu. Ben telefonla konuşurken huzursuzca ceplerini yokladığını fark etmiştim. Yolculuğumuz bir müddet daha devam etti. Yanımda oturan genç birden ayağa kalktı. Kalkarken avucunda tuttuğu 5 lirayı bana uzattı. “Lütfen” dedi, “bu ufak yardımı kabul edin.” Şaşırmıştım. Parayı aldım. “Çok teşekkür ederim. Ama lütfen adını söyle” dedim. “Durağıma geldim, iniyorum” dedi. “Bari bu yardımı Uluslararası İşçi Dayanışması Derneği aracılığıyla yaptığını bil” dediğimde, gözlerinde yardım edebilmenin ifadesi olan bir minnetle “biliyorum” dedi. Eliyle susmamı isteyen hareketler yaptı. Minibüsten atlayarak indi. Engel olamadığım gözyaşlarımla birkaç durak sonra ben de indim.
Ne içi taş dolu koliler, ne “oh olsun” çığlıkları işçi sınıfının dayanışma ruhunu yok edebilir. Bu parayı veren işçi kardeşimi tanımıyorum. Kürt mü, Türk mü bilemiyorum. Bu yazıyı okuyup okuyamayacağını da bilmiyorum. Ama yine de ona buradan seslenmek istiyorum. Sen bugün bu işçi dayanışması ruhunun, yarın patronların sömürüsüne karşı vereceğimiz mücadelenin isimsiz kahramanısın. Gelecekte kuracağımız enkazsız ve sömürüsüz dünyanın harcına karılmış alınterisin. Sen bizim işçi kardeşimizsin. Sen çok yaşa kardeşim.