Brukman Kadınları adlı belgeseli izlemeden önce biz işçilerin mücadelesinin kalıcı olmayacağını düşünüyordum. Çünkü ben işçilerin işyerlerinde kendi kendilerini yönetemeyeceğini, yönetse bile yönetme işi için seçilenin bir süre sonra sadece kendi çıkarını düşünerek hareket edeceğini düşünüyordum. Fakat bu belgeselle bütün önyargılarım kırıldı. Ayrıca bu belgesel aslında kadınların mücadeleye atıldıktan sonra neler yapabildiğini de gösterdi.
Arjantin’deki kriz döneminde maaşlarını alamayan, patronun terk ettiği Brukman fabrikasındaki kadın işçiler, başta ne yapacaklarını bilmeden umutsuzca beklemişler. Okuma-yazması olmayan bu işçiler, daha sonra örgütlenip kendi fabrikalarına sahip çıkmış, kendileri için üretmeye başlamışlar. Bilmedikleri birçok şeyi beraber yaşayarak öğrenmişler. Biz işçiler kendi hayatımızdan çok iyi biliriz: 12-14 saat dur durak bilmeden çalışırız ama aldığımız ücretler emeğimizin karşılığı olmaz. Zar zor geçiniriz. Ama Brukman fabrikasında durum böyle değil. İşçiler hep beraber üretiyor, hep beraber paylaşıyor.
Belgeselin sonunda devlet, her zamanki gibi patronların borçlarını ödeyip onları yine fabrika başına geçiriyor. İşçiler, kadınıyla, erkeğiyle bu durumun karşısında duruyor. Fakat yeterli bir örgütlülük ve güç olmadığı için, düzen devleti fabrikayı kendi tekeline geçiriyor. Demek ki, bu düzende bir fabrikayı ele geçirmekle yetinmemeli, tüm fabrikaları ele geçirerek bu düzeni yıkmalıyız.