
1977 1 Mayıs’ı, Türkiye işçi sınıfının tarihinde unutulmaz bir yere sahiptir. 500 bin işçi ve emekçinin katıldığı mitingin sonlarına doğru bir provokasyon gerçekleştirilmiş, 34 kişi yaşamını yitirmişti. Taksim Meydanı’nın çevresinde bulunan yüksek binaların ve Sular İdaresi’nin üzerinden kitleye doğru ateş açılmış, panzerler de sirenlerini açarak kitleye doğru yönelmişlerdi. Yaşamını yitiren işçilerin kimisi kurşunlara hedef olmuş, kimisi de panik halinde alandan çıkmaya çalışırken ezilmişti.
12 Eylül 1980 faşist darbesine giden süreçte, önemli bir aşama olan bu katliamdaki sır perdesi, aradan geçen 34 yılın ardından aralanmaya çalışılıyor. Ama AKP hükümeti, gerçek anlamda bir yüzleşme yaşanmasına mâni oluyor. Anayasa’da yapılan değişikliklerden sonra 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasının yolunun açılmasıyla, Ankara’da 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan davanın 3. duruşması görüldü. Davada 1977 1 Mayısı’na dair bilgi istenen MİT, gönderdiği evraklar için “devlet sırrı” şartı konulmasını istedi. Mahkeme başkanı da MİT’in talimatı doğrultusunda belgelerin bu kapsama alındığını söyledi.
Devletin katliamdaki rolü, o dönemi yaşayan sosyalistler ve mücadeleci işçiler için “sır” değil. Sular İdaresi’nden ya da otelden ateş açanların tek tek kimliklerinin belirlenmesi zaten yeterli değil. Maşa olarak kullanılan bu katiller sürüsü, patronların amacına hizmet etmişti. Bu katillere bugüne kadar devlet özenle sahip çıktı. Devlet, “devlet sırrı” ibaresiyle hem katilleri korumaya devam ediyor, hem de kendi rolünün açığa çıkmasını istemiyor. Yükselen sınıf mücadelesinin önünü katliamlarla, provokasyonlarla kesmek istediler. Taksim Meydanı’nda, Maraş’ta, Çorum’da, Beyazıt Meydanı’nda, Bahçelievler’de... Gerçekleştirilen katliamların faili sermaye devletidir. Bu katliamların üzerindeki sır perdesini kaldırmak, işçi sınıfının mücadele etmesine, devlet ve hükümet üzerine basınç bindirmesine bağlıdır.