
Yine işsizlik, yine çile başlıyor. Çalıştığım fabrika beni işten çıkardı. Çıkarma bahaneleri “performans düşüklüğü.” Ben bir yıldır fabrikada çalışıyorum ve bir yıl boyunca performansım iyiydi. Zorunlu kılınan fazla mesailere kalmayınca patronların gözünde performansım birden düşüverdi.
Fazla mesailer çok uzun oluyordu, 16 saate çıkıyordu. Kalmayan işçiler tehdit ediliyor, baskı zoruyla fazla mesaiye kalıyorlardı. Vardiya amiri bir gün yanıma geldi, “sen de bu akşam mesaidesin” dedi. Ben de, ben mesaiye kalamam, işim var dedim. Bana sinirli bir şekilde “peki kalma, sen görürsün gününü” dedi. Ben de ona, “beni tehdit edemezsin, mesaiye kalmak zorunda değilim, gün içerisinde zaten eşek gibi çalışıyorum” deyince karşılıklı bağrışmaya başladık. Cevap verdiğim için kara listeye alınmıştım. Ertesi gün çay paydosundan sonra vardiya amiri beni yanına çağırıp “artık seninle yolumuzu ayırdık, insan kaynaklarına git” dedi. Ben de, “neden beni işten çıkardınız” dedim. Bana, “senin performansın düşük” dedi. Ben de “sen onu geç, ben bir yıldır buradayım, hangi performanstan bahsediyorsun, parmaklarım nasır tuttu” dedim. Vardiya amiri “senin performansın gün içinde iyi ama mesaiye kalma konusunda düşük, senin bünyen mesaiye kalmaya yetmiyor, onun için seninle çalışamayız” dedi. Evet dedim, “benimle çalışamazsınız, çünkü ben sizin bu yaptıklarınıza boyun eğmiyorum, size cevap verdim, susmadım, zorunuza gitti, mesaiye kalmak istemiyorum, gün içerisinde o kadar çok çalışıyorum ki mesaiye kalmaya performansım yetmiyor”.
İnsan kaynaklarının yanına gittim. Öncesinde tazminatımı UİD-DER’li bir arkadaşa hesaplatmıştım. Elimde hesabımla gittiğim için fazla sorun çıkarmadılar, aldım paramı. Sonra işçi arkadaşlarımın yanına gittim ve beni haksız bir şekilde işten çıkardıklarını anlattım. Fabrikadan ayrıldım. Bir hafta sonra duydum ki bir işçi arkadaşım çok mesaiye kalmanın yol açtığı yorgunluktan yere düşüp beyin kanaması geçirmiş. Konuştuğum arkadaşlarıma şunları söyledim: “Alın size mesai, o arkadaş ölebilirdi, daha yoğun bakımda, bu kadar mesaiye kalmayı sizler kabul ediyorsunuz, yarın bir gün kendi ölümünüze de onay vereceksiniz!” Fabrika “zaten kızın başı ağrıyordu” deyip kendini aklamaya çalışıyormuş. İşçi arkadaş kendine geldiğinde şikâyetçi olup dava açmazsa patron bu sorunu unutturacak.
Şimdi işçi kardeşlerim bu kadar acımasız olaylar karşısında dönüp kendimize soralım. Biz de bir gün o arkadaş gibi beyin kanaması geçirebiliriz, ölebiliriz de. Bu kadar çalışmanın karşılığı kapıya koyulmak mı? Ya da fabrikadan cesedimizin çıkması mı? Patronlara cesareti biz işçiler veriyoruz. O cesareti bir gün de kendi birliğimiz için versek, işten atılan işçi kardeşimizin yanında olsak, iş kazalarını önlesek, fazla çalışma saatlerini düşürsek, ücretlerimizi yükseltsek, insan gibi yaşayacağımız bir toplumu kursak, kötü mü olur? Tabiî ki hayır, böyle güzel yaşamı kim istemez diyeceksiniz. Bunları kazanmak işçi sınıfının elinde, bizler bilinçlenip, örgütlenip, sırtımızdan geçinen, bizleri köle gibi çalıştıran, açlığa mahkûm eden patronlar sınıfının egemenliğine son vermeliyiz. Başka da yolumuz yok.