
Ankara çok önceleri memur kenti olarak biliniyordu. Ancak kapitalizm geliştikçe, sanayinin de gelişmesiyle birlikte hemen her yerde olduğu gibi Ankara’da da organize sanayi siteleri oluşmaya ve büyümeye başladı. Ankara artık memur kenti olarak anılmamaya başlandı. Organize sanayi siteleri yürümeye çabalayan çocuklar gibi geliştikçe, işçilerin üzerindeki sömürü ve baskı da arttıkça arttı. Patronlar kârlarını daha da çoğaltmak için, yani sömürüyü daha da artırmak için çeşitli yollar denemeye başladı ve elbette ki bu yolların her biri işçilerin işgücünün her gün biraz daha fazla sömürülmesine denk düştü.
Çalıştığım fabrikadan örnek verecek olursam, işçileri hem oyalamak hem de baskı altına almak için, “ayın personeli”, “kaizen” gibi verimi yükseltmeye dayalı çalışma biçimleriyle bizleri baskı altına almaya çalıştılar. Yakın zamanda buna benzer bir uygulama daha başladı. Daha önce beş işçinin yaptığı işi bir kişiye yüklemeye ve bunu da sadece 70 saniyede yapmamızı sağlamaya çalışıyorlar. Eğer önümüzdeki işi 70 saniyede yapamazsak çalıştığımız istasyona monte edilmiş alarm bir anda çalmaya başlıyor. Alarm çaldığı zaman müdürlerin ve şeflerin bir anda başımızda toplanacağı hissine kapılıyoruz. Bu psikolojik baskı yüzünden bizler daha da çok hızlanmaya başlıyoruz ve hızlandıkça iş kazaları da meydana gelmeye başlıyor, elini, kolunu kesen birçok işçi arkadaşımız oluyor.
Bizler bu durumdan çok rahatsızız, ancak arkadaşlarımızın birçoğu rahatsızlıklarını ya küfür ederek gösteriyorlar ya da bu baskıya karşı mücadele etmek yerine işin kolayına kaçıyorlar. Yaşadıklarımız gösteriyor ki, bizler dayatılan bu baskı koşulları altında ezilmeye devam ettikçe üzerimize gelmeye devam edecekler. Psikolojik ya da fiziksel tüm baskılara karşı durmak için örgütlü olarak mücadele etmeli ve birliğimizden aldığımız güçle bu baskıları geri püskürtmeliyiz.