1880’li yıllar işçi sınıfı tarihi açısından zor dönemlerdi. Uzun çalışma saatleri, düşük ücretler, işten atmalar, çok kötü sağlık koşulları ve örgütlenmenin önündeki engeller işçilerin en büyük sorunlarıydı. ABD’nin Chicago kentinde 40 bin tekstil işçisi iş saatlerini ve yoğun sömürü koşullarını protesto etmek amacıyla eyleme çıktılar. Aynı kentte bir fabrikada 8 saatlik işgünü için greve çıkan 1400 işçi işten atıldı. Greve çıkanlara ateş açıldı ve 4 işçi yaşamını yitirdi. 1 Mayıs 1886’da yaklaşık 350 bin işçi greve çıktı. İşçiler örgütlenmişti. İşçiler kararlıydı. İşçilerin ayak sesleri patronları ürkütmüştü. 1 Mayısın ardından olaylara sebebiyet verdiği öne sürülen 8 işçi önderinin idamına karar verildi.
“Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil emekçi olduğumdan asılacağım.” Albert Persons’un idama giderken söylediği o anlamlı sözler. Koskoca bir tarihi anlatan sözler. Fakir doğumluların hayat hikayesidir bu sözler. Sefaletle doğar böyleleri. Açlıkla büyürler. Şehir kenarlarında yaşarlar. Mahalleleri toz topraktır. Evleri rutubetlidir. Kıyafetleri yırtık ve eskidir. Dilleri kabadır ama yürekleri yumuşacıktır. Elleri nasırlıdır, boyunları büküktür. Çalışkandırlar. Gece gündüz demeden çalışırlar. Hayatları pahasına çalışırlar. Saatler akar gider, zaman geçer ama onlar çalışırlar. Hayatı yaratırlar elleriyle ve kırıntıları düşer onların avuçlarına. İş kazalarında, meslek hastalıklarında, uzun çalışma saatlerinde, düşük ücretlerde karşınıza çıkarlar. Hayalettir onlar hayalet. Birlikte hareket ettiklerinde dünyanın üstünde dolaşan bir hayalet gibidirler. Tek suçları işçi olmaktır. Aç ve açıkta olmaktır. Kırarlar kalemini böyle olanların. Elleri titremeden kırarlar. Suçlu suçsuz ayrımına bakmadan kırarlar. İnsanca yaşamak istediklerinden dolayı ölüme mahkûm edilirler. Doğum yerlerinde varoşların ücra bir köşesi yazdığı için horlanırlar. Küçük görülürler. Bir de haklarını aramaya çalışırlarsa ve üstelik fakirlerse en büyük suçu işlemişlerdir. İdam edilmesi gereken bir yaratıktır artık onlar. Varlıklarıyla topluma zarar vermektedirler.
1 Mayıs’ın yiğit işçi önderlerinin başına gelenler bunlardı. 8 saat iş, 8 saat uyku, 8 saat canımız ne isterse dediler ve hayata gözlerini yumdular. Hak verilmez alınır dediler ve aldılar. Bizlere 1 Mayıs’ı ve işçi sınıfı mücadelesinin nasıl olması gerektiğini öğrettiler ve dar ağacına gittiler. 1 Mayıs umudun adıdır diyerek gittiler. 1 Mayıs işçilerin günüdür diyerek gittiler.
Aradan bir asırdan fazla bir zaman geçti. İşçi sınıfının mücadelesi gün geçtikçe büyüyor. Dünyayı sarsan ekonomik krizin faturası işçilere kesilmek isteniyor. İşçiler hayır diyor. Ortadoğu’da diktatörler alaşağı ediliyor. Avrupa’da işçiler krizin faturasını ödemek istemiyor ve akın akın alanlara çıkıyor. Amerikan işçi sınıfı biz %99’uz diyor. 1 Mayıslar daha coşkulu kutlanıyor. İşçiler ayağa kalkıyor ve haykırıyor. İşçiler işçi olduklarının, bir sınıf olduklarının farkına varıyor. Örgütlü olduklarında neleri başarabildiklerini yaşayarak öğreniyorlar. İşçiler böyle bir dünyada yaşamak istemiyorlar. 1 Mayısları yaratanlara selam ediyorlar hep bir ağızdan.
YAŞASIN 1 MAYIS!
YAŞASIN ENTERNASYONALİST DAYANIŞMA!