Esenyurt’ta bir suni deri fabrikasında çalışıyorum. Bizim fabrikadaki yemekhanenin önüne “İşe Başlamadan Önce Ellerinizi Yıkayın!” diye bir tabela asılmış. Evet, yanlış okumadınız, “işe başlamadan önce…” yazıyor.
Birçok işçi kardeşimizin de bildiği gibi, deri fabrikalarında üretim genelde pis ve sağlıksız bir alanda yapılır. Çok ağır kokulu ve zehirli kimyasallar, ölümcül asitler, tinerler ve boyaların bol miktarda bulunduğu bir ortamda, günde 12 saat çalışıyoruz. Kısacası gün boyu bu tehlikeli maddelerle haşır neşir olmak zorunda kalıyoruz. Ancak ne hikmetse bizim patron, yemekhanenin girişine, “Yemeğe Başlamadan Önce Ellerinizi Yıkayın” diye bir uyarı asmamış. Fabrikadaki arkadaşlarımla, bu sağlıksız ortamda çalıştığımız için yemeğe giderken ellerimizi yıkıyoruz, hatta tekrar tekrar yıkamak zorunda kalıyoruz. Fakat yine de insan kendine şunu sormadan edemiyor: Neden üretime giderken ellerimiz yıkansın isteniyor?
Aslında bu bize yapılan ağır bir hakarettir. Patron bu şekilde alçakça bir uyarı yaparak, “üretimde kullanılan alet edevat kadar değeriniz yok! Pis ellerinizle benim derilerime dokunmayın” diyor. Hâlbuki o derilerin tamamını bizim o “pis” ellerimiz üretiyor. Sadece derileri de değil. Dünyadaki tüm güzellikler o “pis” ellerin eseri. Patron bunun da farkında. Patron farkında olmasına farkında ama bizler bunun farkında değiliz. Örgütsüz oluşumuz nedeniyle patron bize her türlü hakareti edebiliyor. Bu hakaretler karşısında bireysel tepkiler de oluyor tabii ki. Fakat ortaya bizler için olumlu bir sonuç çıkmıyor. Bizler gücümüzün farkına varıp, örgütlü hareket edersek, patronlar da bizlerin sağlığını ve onurunu düşünmek zorunda kalır.