
Bu örnekler uzayabilir, patronların kâr hırsı yüzünden işçilerin yoğun çalışması ve ustabaşların psikolojik baskısı hem iş kazalarını arttırıyor hem de işçilerin ruh halini yıpratıyor. Haliyle belli bir noktadan sonra işçi işten başka bir şey düşünmez duruma geliyor, en ufak bir hatada bile kendisini suçlu görmeye başlıyor.
Büyüyen servetler karşısında işçi sınıfı canını kanını verirken, patronlar servetlerine servet katıyorlar.
Çalışmış olduğum işyeri de metal işkolu olduğu için çok sık iş kazaları yaşanıyor. Bir arkadaş ustabaşının azarından çekindiği için mal bozuk çıkacak paniğiyle elini prese kaptırdı. Bu acı olayda arkadaş iki başparmağını kaybetti. Koyun can derdinde kasap et derdinde misali, bu işçi arkadaşı hastaneye götürürken yolda kâğıt imzalatıyor müdür bey “bu olay benim hatam yüzümden oldu” diye. Olan işçiye oldu ve makine temizlenip üretime devam etti. Her ay ortalama 100 işçinin yaşamını yitirdiği bir ülkede yaşıyoruz, haliyle irili ufaklı da olsa mutlaka her işçi bu iş kazalarına yabancı olmasa gerek.
Elalemin özel hayatına bile burnunu sokan bir başbakan, bu katliam boyutundaki iş kazalarını görmezden geliyor.
Bir işyerinde ise artan iş kazalarına doktorun açıklaması aynen şöyle, iş kazalarının sebebi psikolojik. Bu adamlar biz işçilerle dalga geçiyor olsa gerek. Ya da doktor doğru söylüyor insanlar yoğun çalışmaktan psikolojileri yıpranmış durumda.
İşçilerin tüm hakları bir bir gasp ediliyor, çalışma saatleri sürekli uzatılıyor, 12 saatlik vardiya sistemleri insanların kâbusuna dönüşmüş durumda. Bir işçi yine aynen şöyle diyor: “Yaşamak anlamsızlaşmaya başladı, kimi işyerlerinde 16 hatta 24 saat çalışmalar var buna rağmen ücretler açlık sınırının altında, ayrıca işçiler arasında çirkin bir rekabet üretilip daha çok çalıştırmanın yolları aranıyor. Yoğun çalışmaktan ve arkadaşıyla rekabet etmekten başka bir şeyi gözü görmeyen işçi doğal olarak her şeye açık hale geliyor.”
Ne acı bir durum, gencecik insanlar yaşamın anlamsızlaşmaya başladığından bahsediyor. Haksız da sayılmaz, bir insan doğal ilişkilerin kopup robot gibi çalışmaya adanırsa doğal olarak yaşam anlamsızlaşmaya başlar. Her ay yüzlerce işçinin ölmesi ve sakat kalması bizi ırgalamamaya başlar, ta ki sıra bizim kapımızı çalana kadar.
Sonra birileri çıkıp arsızca nasıl büyüdüklerini gerine gerine anlatıyorlar. Oysa perde arkasında insanlar kan ter içinde canlarını ortaya koyarak çalışıyor. En ufak bir hak talebinde ise kapının yolu gösteriliyor. Örgütsüzlüğün acı reçetesi bir bir işçilerin eline tutuşturuluyor.
Biz işçiler birlik olup bu haksızlıklara karşı mücadele etmediğimiz sürece bataklıktaki timsahlara bir bir kolumuzu bacağımızı kaptıracağız.
Bize kader diye yutturdukları şey açıkça patronların daha çok büyüme isteklerinin bir sonucudur. Tüm bu haksızlıklara son vermek için hayatımıza değil kapitalist sisteme son verelim.