“Gel, gel, gel, 3 liraya, 5 liraya, seç al.” “3 kilo 5 lira, 5 tane 6 lira, bakmadan geçme, en ucuzu burada.” Pazarcılar, avazları çıktığı kadar bağırıp, müşteri toplamak için bin bir türlü şekle sokarlar seslerini. Amaçları tezgâhtaki malı bitirmektir.
Ben de her işçi kadın gibi her şeyin en ucuzu nerdeyse oradan yapıyorum alışverişimi. Uzun zamandır pazara gitmemiştim, geçenlerde gittim. Neredeyse herkesin yaptığı gibi ben de baştan sona pazarı dolanıp “en ucuzu neresi” diye bulmaya çalıştım. Gittim gitmesine de karşılaştıklarımdan sonra alışverişe mi gittim, kavgaya mı, bilemedim. Müşterisini güler yüzle karşılayan, paranın yetmediği yerde “olsun be abla haftaya verirsin” diyenler gitmiş, yerlerine pimi çekilmiş patlamaya hazır bomba gibi duran satıcılar gelmiş. Yarım kilo almak isteyeni, tezgâhın başında çok kalanı, seçerek almak isteyeni neredeyse dövecekler. Başta sadece birkaçı öyle sandım, gezdikçe gördüm ki hepsi aynı. Eskiden anneannem bir haftalık meyveyi, sebzeyi alır, eli kolu dolu gelirdi pazardan. Şimdi ise taneyle alır olduk. Aldığımız ücretler yerinde sayarken, yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz her şeye ardı arkası kesilmeden zam geliyor çünkü.
Kapitalizm uzun zamandır faturasını işçilerin ödediği bir krizde. Kriz bahanesiyle çalışma saatlerimiz iyice uzatıldı. Ücretlerimize doğru düzgün zam yapılmadığı gibi her şeyin fiyatı sürekli arttırılıyor. Kapitalist sistemde patronlar zenginliklerine zenginlik katarken, işçi ve emekçiler üç kuruşun hesabını yaparak alıyor, satıyor. Pazarcı, “yarım kilo tarttığıma değmez, poşetin parasını bile karşılamıyor” diyor. Müşteri, “biz iki kişiyiz fazla alırsam çürüyecek” diyor. Hani bir söz vardır ya “yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal”. Satıcı elindekini satamazsa evi geçindiremez, alıcı fazla alırsa parayı yetiştiremez. Bu işin sonu belli: Azla yetinmeye çalışıp bir de üzerine azar işiten emekçiler, her gün bir başka hak kaybına, patronların saldırısına uğrayan işçiler ilelebet sessiz kalacak değiller.