
“Herkese iş var. Çalışma saatleri hafta içi sabah 8’den akşam 7’ye kadar. Haa bir de mesai olursa bazen 9’a uzadığı oluyor. Hafta sonu çalışmıyoruz. Zaten hafta sonu çalışmamak için çıkış saatlerini 19.00 yaptık. Ama Cumartesileri mesai oluyor. Mesai parasını da, resmi tatillerde çalıştığınızda da paranızı veriyoruz. Öyle vermezlik yapmıyoruz. Mesaiye kaldığınız her saat başına para veriyoruz. Biz, kimsenin hakkı kimsede kalsın istemeyiz. Zaten asgari ücret de vermiyoruz. Önce 750 lira ile başlatıyoruz. Çok iyi çalışırsanız yıl bitmeden 850-900’ü buluyor. Sonuçta her şey size bağlı.”
Bu sözleri iş görüşmesine gittiğim bir fabrikanın müdüründen duydum. Adam o kadar rahat ki sanki evimin kirasını, faturalarımı ve diğer ihtiyaçlarımı karşılayacakmış gibi konuşuyor. Söylediği ücret, ne kadar büyük bir sefaletin içinde olduğumuzun açık bir ifadesiydi. Ama beni asıl düşündüren, çalışma saatleri. Bir haftadır iş arıyorum ve neredeyse her görüşmede aynı şeyleri söylediler. Sabahımızı, akşamımızı, hafta sonumuzu bile bizden alıp sömürüyorlar. Bize sadece çok çalışmak ve biraz da uyumak için zaman veriyorlar. Bir insan, sosyal bir varlık olarak bizlere; dinlenmeyi, gezmeyi, sevdiklerimizle zaman geçirmeyi fazla görüyorlar. Çünkü onlar, zamanı düşünmeye, gerçekleri görmeye yetmeyen, örgütsüz, bilinçsiz bir sınıf olalım istiyorlar.
Ama milyonlardan oluşan bizler, onların bu düzenine örgütlenerek çomak sokacağız. Dünyadaki her şeye can veren ellerimiz, güzel bir dünyayı kurmak için çalışacak. O asalakları başımızdan defedeceğiz.