is-guvenligi.jpg [1]
Öfkeyle söze başlıyor. Ben daha karıma, kızıma bir kahvaltı dahi hazırlamış değilim. Burada 480 kişiye üç öğün yemek yetiştirmeye çalışıyoruz.
“Biz” ile söze başlaması dikkatimi çekiyor. Bütün mutfak çalışanlarını dâhil ediyor söze. Herkesin iş kazası geçirme riski var. Islak zeminde ayağı kaymış ve sol kolu kaynayan kazana girmiş iki yıl önce.
—Ne hissettin?
—Ne olacak, “bundan sonra çoluk çocuğun rızkını kazanabilecek miyim?” düşüncesi acılarımla yarışıyordu, kaygılanıyordum. “İyileşebilecek miyim?” diye kafamdan geçiriyordum. Bir yandan da dua ediyordum. Alsam alsam üç beş kuruş tazminat, o da verirlerse. Acım bir yandan, düşünceler bir yandan. Hastaneye yatsam, elde yok avuçta yok. Eh gittik hastaneye… Ne arayan var, ne soran. Sonradan öğreniyorum, raporluyum diye işten atamıyorlar. İnadına atılana kadar çıkmayacağım işten. Kolum dirseğe kadar yanmış. Eşim, annem, çevrem “takma kafana” diyor ama işverenden tık yok. Ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyor çevrem. Bir telefon geldi. Geçmiş olsun dileklerini beklemiyordum doğrusu. Öyle de oldu. “İşe ne zaman döneceksin?” diye soruyor patron. İçimden ana avrat küfretmek geldi. Ama bir kızıma bakıyorum, bir eşime… Kafamda ev kirası dönüyor. Yediğimiz, içtiğimiz. Velhasıl işe döndüm. “Niye ayağın kaydı, niye bastığın yere dikkat etmiyorsun?” diye sordular. On kişinin çalışması gereken yerde altı kişi çalışıyoruz… Koştur Allah koştur. Kime anlatacağız?
Derneğimizden ve kampanyamızdan söz açıyoruz işçi kardeşimize. Gözlerinde bir parıltı… İnanmakta güçlük çekiyor ve sevincini saklayamıyor. Sadece soruyor.
—Bizi anlayacaklar mı?
—Biz anlatacağız.
—Kazanacak mıyız? Kazanacak mıyız?