Gebze Darıca mevkiinde bulunan Devlet Hastanesinde bir işçiyle tanıştım. Acil Servisin bekleme salonunda acı içinde kıvranıyordu. Herkes garip hislerle ona yabancı bakıyordu. Yalnız olduğu belliydi, üzerinde bir çeşit iş kıyafeti vardı. Yanına gidip durumunu sordum. Sol elinde üç parmağının kırık olduğunu söyledi. İş kazası geçirmişti. Parmaklarının üzerine ağır bir metal parçası düşmüş, parmakları kırılmış. Bir süre sonra fark ettim ki, sağ ayakkabısı, sol ayakkabısından daha kaba, daha büyüktü. Sormaya çekindim ama kendisi anlattı. Yine bir iş kazası sonucu sağ ayağının bir kısmını kaybetmiş. Zor yürüyebildiğini ve bütün hayatı boyunca acı çekeceğini söyledi.
Çalışma koşullarının ağır olması ve iş güvenliği önlemlerinin alınmaması yüzünden yine bir iş kazası geçirmiş, parmakları kırılmıştı. Fabrika yetkilileri, patronun talimatıyla iş kazası geçiren işçi arkadaşı, hastaneye bırakıp gitmişlerdi. Sohbet etmeye devam ettiğimde cebinde parasının olmadığını ve eve nasıl döneceğini düşündüğünü fark ettim. Anlatmaya devam etti. Fabrikada yaklaşık 600 işçi çalıştığını ve 300’ün üzerinde işçinin iş kazası sonucu mağdur, yaralı ya da sakat olduğunu söyledi. Fabrikada bulunan sendikanın kendilerine destek olmadığını, görevlerini yerine getirmediğini, hatta tam tersine patron politikasıyla hareket ettiğini söyledi.
Bu gerçeklerin nedenlerini anlamak ve bu haksızlıkları ortadan kaldırmak örgütlü bir işçi olmaktan geçer. İşçi sınıfının içindeki küçücük bir kıpırdanmayı bile hazmedemeyen patronlar, hayatın tüm çilesini işçi sınıfına yükleyip sonsuza kadar sefa süreceklerini zannediyorlarsa hayatın en büyük yanılgılarını taşıyorlar demektir.
Kendilerini insanlığın efendisi ilan etmiş kapitalist sömürücülere, emek yiyicilerine, haydutlara dur deme zamanıdır.