
Geçtiğimiz günlerde televizyon ekranlarından bir görüntü geçti. Belki birçoğumuz izledik, belki de çoğumuzun haberi olmadı. Şile kıyılarında kayalara sıkıca tutunmuş bir adam, azgın dalgalara karşı yaşam mücadelesi veriyordu. Kayalara sıkıca tutunan adam gemi kaptanıydı, bir işçiydi. Ancak dalgalar onu sarıldığı kayadan söküp aldı ve denize sürükledi. Kameraların görüş alanından çıktı ve dalgaların arasında kayboldu. Bu, bir kaptanın, bir işçinin son görüntüleriydi, öldü.
4 Aralık’ta Şile açıklarında Volgo-Balt 199 adlı kömür yüklü bir geminin kaybolduğu anlaşıldı. 7 kuvvetinde fırtınalı bir havada can pazarı yaşanan gemide 11 Ukraynalı ve 1 Rus personel bulunuyordu. 36 yaşındaki hurda gemi, dalgalara dayanamadı ve battı. 4 gemici kurtarılırken 1 gemicinin cesedine ulaşıldı. 7 gemici de hâlâ kayıp.
Ancak gemiyi kurtarmaya giden Kıyı Emniyeti botu da kayalıklara çarparak parçalandı. Bir gemici karaya çıkmayı başarırken, bir gemicinin cesedine ulaşıldı. 2 gemicinin de cesedi aranmaya devam ediyor. Ardından yardım botunu kurtarmak isteyen bir balıkçı teknesinden de bir kişi dalgalara kapılarak boğuldu. Karadeniz’in azgın suları gemi adamlarının yakasına Azrail gibi yapıştı ve o gün 12 gemi adamının eceli oldu.
cemil-kaptan.jpg [1]

Binali Yıldırım ölen işçinin arkasından hamaset yaparak, duygusal cümleler kurarak kendi kusurunun üzerini örtmeye, suçlarını gizlemeye çalışıyor. Aynı toplantıda Türkiye’nin çağ atladığını da vurgulayan Binali Yıldırım, acaba hangi çağdan bahsediyor? Çağ atlayan Türkiye’nin Kıyı Emniyeti kurumunda 7 kuvvetindeki fırtınalı havaya dayanabilecek başka kurtarma botu bulunmaz mı? “Denizciliğin tabiatında bu vardır” diyen bakanın sözlerini Zonguldak Karadon madenindeki patlamanın ardından Başbakan Tayyip Erdoğan’dan biliyoruz, hatırlıyoruz. O da “Ölüm, madenciliğin kaderinde var” demişti. İş güvenliği önlemlerinin alınmaması yüzünden gerçekleşen ve işçilerin yaşamının ne kadar ucuz olduğunu gösteren bu ölümler, “mesleklerin tabiatından kaynaklı” denerek meşrulaştırılıyor.
Kurtarma botunda hayatını kaybeden Cemil Özben’in eşi Günay Özben eşinin cenaze töreninde, Cemil Kaptan’ın işine çok saygılı olduğunu ve görevi için gittiğini söylerken; “Böyle durumda denize neden çıkardılar diye soruyorum. Neden? Neden çağırıldı, gidilmeyecek bir yere neden çağrıldı?” diye feryat etti. Bir gazetecinin “eşiniz telefonla mı çağrıldı” sorusuna ise “sizi müdürünüz çağırsa, gitmez misiniz?” diye cevap verdi. Bakan, Cemil Kaptan’ı kimse zorla oraya göndermedi derken, işsizlik kırbacını unutuyor. Her işçinin sırtında işsizlik kırbacını şaklatan patronlar, tabi ki kimseye “zorla” iş yaptırmıyorlar!
Seri cinayetler şeklinde yaşanan bu iş kazasında ihmaller zinciri birbirini takip ediyor. Öncelikle batan Volgo-Balt gemisi 1976 yılında inşa edilmiş yani 36 yaşında bir gemi, yani hurda bir gemi! Böyle bir geminin yüzen tabuttan bir farkı var mıdır? Aslında gemi patronu işçileri bile bile ölüme göndermiştir.
İkincisi elbette “imdat” diyen insanları kurtarmak herkesin görevidir ancak neden can kurtarmaya giden insanların canından olmalarına seyirci kalınır? Neden bu havaya ve koşullara uygun kurtarma botu olmaz. Kurtarma botunu gönderen yetkililer denizcilikten hiç mi anlamazlar da küçücük botu kayalıklardan gönderirler? Dalgaların boyu 4 metreyi aştığı için botun motoru yangın veya patlama ihtimaline karşı kendiliğinden duruyor. Peki, Kıyı Emniyeti Kurumu bunu hesap edemeyecek kadar yetersiz midir? Böyle bir denize açılabilecek tipte kurtarma botu yok mudur?
Yerin altından, denizden, her yerden, her gün işçilerin ölüm haberleri geliyor. Her gün bir ya da daha fazla sayıda işçi kardeşimizi kaybediyoruz. Başbakanlar, bakanlar olaylara yalnızca “bakmakla” yetiniyorlar. Ölümleri kaderle, mesleklerin tabiatıyla açıklayan bu adamlar hiç kendi çocuklarını, akrabalarını, arkadaşlarını iş kazasında kaybetmişler midir? Onlar bu acıyı bilirler mi? Elbette ki bilmezler. Kardeşler, bu ölümleri durdurmak için sıranın bize gelmesini beklemeyelim. İş kazalarına dur diyelim!