
Bir akşam koştura koştura bobinleri makineye takıyordum. Mavi kordon yapan makinenin ipi bitmek üzereydi. Benim hemen yerine yenisini takmam gerekiyordu. Ama mavi bobinler yaklaşık 150 kiloluk bobin yığının altına dizilmişti. Ben de sorumluya “bobini nasıl alabilirim?” diye sordum. O, “çekip alacaksın” dedi. Mecburen bobini yavaşça çektim. Daha alamadan bir gürültü koptu. Yüzlerce kiloluk bobin yığını üzerime doğru yıkılmaya başladı. Ben neye uğradığımı anlayamadan oradan kaçtım. Sonra “yerlere dağılmış yüzlerce bobinin altında kalsaydım ne olurdu?” diye düşündüm. Ne olacağını şöyle anlatayım:
Fabrikada makineler çalışmaya devam ediyor. Gece vardiyası ve bobinlerin dizili olduğu taraf kanlar içinde. Bobinler ortalığa dağılmış. Yerde yatan benim. Öldüm mü yoksa vücudumda ciddi bir hasar mı var, bilemiyorum. İşçiler korkmuş ama ustaların “herkes işine dönsün” uyarılarıyla, ne yapacaklarını bilemez hâldeler. Bazıları kanla kaplı yüzümü tanıyamadığı için yanındakilere “kim?” diye soruyor.
Başımda bir usta, durmuş bana ne yapacaklarını düşünüyor. Aklına müdürü aramak gelmiş, hızlı bir şekilde sessiz bir alana geçiyor ve telefonunu eline alıp birilerini arıyor. Ben hâlâ olduğum yerde yatıyorum. Kafamdan oluk oluk kan akıyor. Arada “hastaneye götürün” sesleri yükseliyor. Sesler ürkek çıktığı için pek ciddiye alınmıyor. O akşam, müdüre vardiya bitimine doğru ulaşılıyor. Sıcacık yatağından çıkmış olmanın asabiyetiyle müdür fabrikaya geliyor. Geldiğinde ben de onu görüyorum. Bir köşede durmuş yerde yatan halime bakıyorum. Sanırım bu kan kaybına dayanamadı bünyem ve öldüm. Bu arada ustalar, şef ve müdür kendi aralarında fısıldayarak konuşuyorlar. Sonra karar vermiş olmalılar ki bana yaklaşıyorlar. Birkaç işçinin yardımıyla bir araca bindiriliyorum. Anlaşmalı oldukları özel hastaneye götürüyorlar kandan kıpkırmızı olmuş cesedimi. Acil doktoru “kan kaybından öleli yaklaşık yarım saat olmuş” diyor müdüre. Sonra ölüm raporuna fabrika dışında gerçekleşmiş bir kaza olduğunu yazıp, iş cinayetini örtbas etmeye çalışıyorlar.
Kısa bir süre sonra hastane içinde çığlık sesleri duyuluyor. Ailem öldüğümü duymuş. Delirmiş gibi üniformalı gördükleri herkese nasıl öldüğümü soruyorlar. Aldıkları cevap sinirlerini iyice bozuyor. Çünkü onlar benim gece işte olduğumu çok iyi biliyorlar. Bu yüzden de “dışarıda yaşanmış kaza” yalanına inanamıyorlar. Tıpkı iş cinayetlerinde ölmüş diğer işçilerin aileleri gibi. Ve orada patronların kâr hırsı ne demekmiş anlıyorlar. Ölümümden sonra dava açılıyor. Asıl sorumlular yargılanmadan yıllarca uzuyor dava…
İşte biz böyle ölüyoruz.