
Çalıştığım fabrikada her sabah ve her akşam üzerimizi arıyorlar, çantalarımıza bakıyorlar. Çantalarımızdaki eşyaları ezberlediler artık. Bazen arama yapacak kadın olmadığında, erkek güvenlik kadınların çantasına bakıyor. Bir gün yine sabah aramasında güvenliğe “neden siz bakıyorsunuz çantalara, kadın yok mu” dedim. Güvenlik çok güzel bir iş yapıyormuş gibi övünerek “ben bakıyorum bir mahsuru mu var” dedi. Ben de “evet, bir mahsuru var, senin kadınların çantasına bakmaya hakkın yok, madem arama yapıyorsunuz çantalara da bir zahmet bir kadın baksın” dedim. İşçi arkadaşlara “hadi akşam aramayı anladık da şu sabah girişte niye arama yapıyorlar?” diye sordum. İşçilerin verdiği cevap “içeriye yiyecek bir şey sokulmasın diye” oldu. Ben de “iyi de, her gün herkesin elinde poğaça, simit vs. var, çay paydosunda kahvaltı yapıyorlar” dedim. Yani işçiler de bilmiyor neden her sabah arandığımızı. İşçiler bu durumu sorgulamadığı için işler tam da patronun istediği gibi yürüyor. Patronlar işçilerin üzerinde psikolojik basınç oluşturuyor. Fakat bu durumdan işçiler rahatsız olmuyor. Artık her gün hırsız gibi aranmaya alışmışlar. Bir kişi oturduğu yerden 500 kişiyi yönetiyor. Ağzından çıkan her kelime kural olarak bizlere dayatılıyor. 500 işçi olmasa patronlar hiçbir halta yaramazlar. Onları bey yapan da paşa yapan da biz işçileriz. Çünkü biz işçiler birlik değiliz. Patronların keyfi yasalarına, kurallarına karşı sesimizi çıkarmıyoruz. Şalterler bizim elimizdeyken, patronların işçilere muhtaç olduğunu biliyorken, bu insanlık dışı dayatmalara neden karşı koymuyoruz?