
Daha önce çalıştığım tekstil fabrikasında vardiyadan dolayı işçiler arasında rekabet oluşmuştu. Haftanın bazı günleri çıkardığın iş sayısında farklılıklar oluyordu. Çıkardığın iş farklı vardiyadaki işçilerin iş çıkarma sayısından az olunca ustabaşı “senin de iki elin var onun da” diyerek hafta sonuna kadar psikolojik baskısını sürdürüyordu. Haliyle de hafta sonu vardiyasının yaptığı iş hafta başından daha fazla oluyordu. Şimdi çalıştığım fabrikada ise rekabet farklı şekilde oluşturuluyor. Herkesin önüne ay sonuna kadar çıkarması gereken bir kota veriyorlar. Bu sayıyı çıkarmak için her gün fazla mesaiye kalıyoruz ve bu şekilde kotayı geçiyoruz. Kota olayı her işçiye uygulanmıyor, özellikle fabrikada çalışan eski işçilere uygulanıyor.
Kotayı geçenlere maaşlarının üstüne bir miktar para veriliyor, haliyle işçiler de bu parayı kazanmak için canını dişine takarak durmadan çalışıyor. Ben ve benim gibi işçiler de fazla mesaiye zorla kalıyoruz. Patron işçilere “sen bugün şu kadar, şu gün şu kadar iş çıkaracaksın” demek yerine bu kota taktiğini uygulayarak bizi istediği kadar çalıştırmış oluyor. Şu da bir gerçek ki fazla mesaiye kalarak hiçbir zaman zengin olunmaz. Tam tersine, günden güne yoksullaşıyoruz. Fabrikada 25 işçi emekli olduğu halde hâlâ çalışıyorlar, kimilerinin emekliliği yaklaşmış, kimileri de on yıldır çalışıyor. Hepsine bakıyorum, hiç birinin adamakıllı bir şeyi yok. Ancak geçimlerini güç bela sağlıyorlar.
Fabrikada bayramlarda ve yılbaşında yarım maaş tutarında kömür parası veriliyor. Bu da fabrikada işçilerin sendikalaşma çalışmasından kalan bir kazanım, ama kâğıt üzerinde güvence altına alınmış değil. Yarın öbür gün patron “ikramiyelerinizi vermiyorum” diyebilir. Bu nedenle fazla mesaiye kalmak yerine ücretlerimizin yükseltilmesini, iş saatlerinin kısaltılmasını talep etmeliyiz. İkramiyelerimizin sayısını yükseltip, bunu resmileştirmeliyiz. Yoksa patronun iki dudağına bakıp elimizde olan ikramiyeleri de kaybederiz.