
Çocukluğumdan beri sinemanın nasıl bir şey olduğunu merak edip durmuştum. İlkokulda öğrendim sinema diye bir şeyin olduğunu. Öğretmenimiz; “koca bir ekranda yüzlerce kişi birlikte film izliyor” demişti. Hatta “birlikte gidelim” demişti. Ama bizim oralarda sinema olmadığı için gidememiştik. O günden sonra “köyde sinema var da, ben mi gitmiyorum?” diye kendimi avutuyordum. Ama gidememek içimde bir ukde olarak kalmıştı.
Eminim benim durumumda olan başka insanlar da var. Ama bütün bunların önümüzde engel olmadığını, istediğimizde kendi sinemamızı nasıl yaptığımızı UİD-DER sayesinde gördüm. Ben ilk kez UİD-DER yaz sinemasında sinema ile tanıştım. Hangi filmdi, tam hatırlamıyorum ama içimde ukde olarak kalan şeyi UİD-DER’de gördüm. Bizler kendi sinemamızı kendimiz yapıyor, derneğimizin bahçesinde işçi arkadaşlarımızla film izliyoruz. Hem de öyle sıradan filmler değil. UİD-DER “yaz sineması”nda biz işçilerin yaşam koşullarını anlatan filmler gösteriliyor.
En son derneğimizin arka bahçesinde açık hava sinemamızda “Yüreğine Sor” filmini izledik. Film, farklı dinlere mensup kardeş ve yan yana yaşayan halkların nasıl da düşman edildiğini anlatıyordu. Osmanlı’da Karadeniz bölgesindeki Ortodoks Hıristiyanların nasıl da dinlerini saklayarak birer Müslüman gibi yaşadıkları anlatılıyor. Filmden sonra umarım herkes dönüp bir bakmıştır. O gün yaşananlar bu gün de kısmen yaşanıyor. Biz işçiler fabrikalarda Kürt, Türk, Alevi, Sünni diye ayrıştırılıp birbirimize düşürülüyoruz. Bütün bunları kırmanın yolu bizi birbirimize düşürmeye çalışanların yalanlarına kanmamaktan geçiyor. Ortak sorunlarımıza ortak çözüm için halkların kardeşliğini sağlamalıyız. Hiçbir halk ve mezhep ezilmemelidir. Patronların bizleri bölmesine ve birbirimize düşman etmesine izin vermemeliyiz.