
Her gün onlarca işçi kardeşimiz iş kazaları geçirerek yaralanıyor, sakat kalıyor, can veriyor. Hükümet bir yasa çıkardı ve sözüm ona yasayı işyerlerinde hayata geçiriyor. Böyle bir yasanın Meclis’ten geçtiğini birçoğumuz, işyerlerimize bir gün ansızın iş güvenliği uzmanlarının gelişiyle öğrendik. Öğrendik diyorum ama bu şanslı olanlarımız için geçerli. Birçok işyerinde bu uzmanlar sadece masa başında “işlerini” yaptıkları ve işçilere görünmedikleri için böyle bir uygulamayı fark etmeyen arkadaşlarımız da var.
Yasa gereği işçilere “iş güvenliği” eğitimi de verilmeli tabii. Çalıştığım metal işleme fabrikasında da uzun süredir iş güvenliği eğitimi verilmesi gündemdeydi. Ama patron bu eğitimin iş saatleri içerisinde verileceğini ve 3 saat boyunca makinelerin duracağını öğrenince aklı çıktı. Bu nedenle sürekli işlerin yoğunluğu nedeniyle eğitimi erteliyordu. Neyse ki sene sonu nedeniyle işler biraz hafifledi de, bu eğitim yapılabildi. Yapıldı yapılmasına ama işçilerin havalandırma gibi en temel sorunlarını dinleyen uzman çözümü zamana bırakıyordu. Bizlere de “sorunlarınızı söylemekten çekinmeyin, maliyetin söz konusu olmadığı sorunların çözümü için patron sorun çıkarmaz” diyordu. Ücretini bizim gibi aynı patrondan alan uzmanın sorunların çözümündeki acizliği gün gibi ortadaydı.
Eğitim devam ederken bir kısım arkadaşımız ise çalışmaya devam ediyordu. Birden içerden korkunç bir gürültü koptu. Birkaçımız hemen sesin geldiği makinenin başına koştuk. Bu ses torna makinesine bağlanan parçanın bağlandığı yerden kurtulup fırlamasının sesiydi. Makinenin başına vardığımızda, korkudan beti benzi atmış işçi arkadaşımızı gördük. Makinenin güçlü bir devirle döndürerek işlediği parça fırlamış, makinenin kapısını dahi yerinden söküp atmıştı. Şanslıydık ki arkadaşımız parçanın kendisine çarpmasından kaçabilmişti. Metal parçayı işleyen güçlü bir makinenin kapağını dahi söküp atan parçanın şiddetini düşündüğümde, makinenin önünden kaçmaması durumundaki sonucu düşünmek bile istemedim. Arkadaşımız ölümle sonuçlanabilecek korkunç bir kazanın kıyısından dönmüştü. Biz “geçmiş olsun” derken, patron gelip makinenin kapağını yerde görünce kıyameti kopardı. İşçi nasıl bir kaza atlatmış, umurunda bile değildi. Onun için önemli olan makineydi. İşçinin hiçbir kıymeti yoktu.
Bu kadar yakınımda hissettiğim bu kaza ile bir kez daha gördüm ki biz işçilerin canının hiçbir kıymeti yok. Patronlar için ve onların düzeni için sadece birer eşyayız, maddeyiz, robotuz… İşlerini gördüğümüz sürece varız, sonrasında ise kapının önündeyiz. Peki, insan olanın insanca yaşamaya ve insan gibi değer görmeye hakkı yok mu? İşçileri böylesine aşağılayan, görmezden gelen, değersiz kılan bu çürümüş sistemde yaşamaya mecbur muyuz?
Böylesine kahredici bir düzende yaşamak zorunda değiliz. Sorunlarımızın çözümü, gerekli önlemlerin alınmasının maliyet olarak görülmediği bir çalışma şekli mümkün. Yeter ki bizler birbirimizin sorunlarını sahiplenebilelim ve bu uğurda birleşebilelim. Gerisi çorap söküğü gibi gelir.