
Kış geldiğinde en büyük sıkıntılarımızdan biri başlar. Yazın sıcaklardan bunalırız, ama bunun faturasını ödemek zorunda kalmayız. Yaz sıcaklarında kışı özlediğimiz olur çoğu zaman. Ama kış mevsimi geldiğinde her ay kapımıza gelen faturayı görünce de yazın sıcağını özlemeye başlarız. Yaz gelse de bu faturaları ödemek zorunda kalmasak deriz. Asgari ücretin 846 TL olduğu bir zamanda doğru düzgün ısınmaya kalktığımızda asgari ücretin en az yarısı kadar fatura gelmez mi kapımıza? Gelir elbet. Peki, bu faturadan kurtulmak için ne yaparız? Doğalgazla ısınmaya çalışan çoğumuz sabah işe giderken kombiyi ya kapatır ya da en düşük seviyeye indiririz. Eve geldiğimiz zaman da minimum bir fatura gelebilecek şekilde kombiyi ancak petekleri az biraz ısıtacak ayarda açarız. Evde battaniyelerle, kat kat elbiselerle oturularak soğuğa direnilir. Gece buz gibi yorganların altında titreyerek uyumaya çalışır çoğumuz. Sonrasında soğuk algınlıkları, çeşitli hastalıklar bırakmaz yakamızı.
Yazın sıcağından bunalırken elektrik faturası kabarık gelmesin diye bir klima veya soğutucu kullanamaz, kışın doğalgaz faturasının yıkıcı şiddetinden korunma adına, kombimizi şöyle doyasıya, kemiklerimiz ısınana kadar açamayız. “Ben böyle yaşamak istemiyorum” dediğimizde bazen işçi arkadaşlarımız da “ne yapalım, ayağımızı yorganımıza göre uzatmak zorundayız” derler. Doğru, ayağımızı yorganımıza göre uzatacağız ama o yorgan giderek küçülüyorsa ne yapacağız? Musluğu açarken faturayı düşünüyoruz; duşa girerken, kombiyi açarken, süpürgeyi, çamaşır makinesini çalıştırırken faturayı düşünüyoruz. Kapatmayı unuttuğumuz ampulün ne kadar yaktığını hesaplıyoruz. Kısa kısa, kese kese neredeyse hayatımızı kolaylaştıran bu ihtiyaçlarımızı kullanamaz hale gelmişiz. Hatta doğalgaz faturası ödememek için kömür sobasının zahmetini, hem çevreyi ciddi anlamda kirletme hem de ölümcül riskleri pahasına göze alanlarımız giderek artıyor.
En kötüsü bu kısıntılı yaşamlarımız bilinçlerimizin de giderek kısılmasına yol açıyor. Artan faturalara tepki göstermek yerine kuzu kuzu durumu kabulleniyoruz. Yapılması gereken tepki göstermekken, giderlerimizi nasıl kısarız diye düşünmeye başlıyoruz. Her ay daha az fatura ödemek için adeta kendimizle, birbirimizle yarışır olmuşuz. “Faturam zamlı” geldi diyene herkes birbiriyle yarışırcasına “Kısacaksın! Bak ben çok akıllıca davranıyorum, kısıyorum, az ödüyorum…” diyor. Bu artan faturaların sorumluları, nedenleri, sonuçları üzerine konuşmak yerine herkes kendince akıl veriyor.
Her türlü ihtiyacımızı sürekli kısarak yaşamaya alışıyoruz. Açlığa alışarak yaşamaya çalışıyoruz. Her türlü zamda bir ihtiyacımızı daha kısarak yaşamımızın kalitesini biraz daha kötüleştiriyoruz. Hükümetin güvendiği şey de bu! Nasılsa bu duruma sesimizi çıkarmayacağımız düşünüyorlar, hatta birbirimizi dürterek, bu duruma uymamız için birbirimizi telkin ederek kısıtlı yaşamaya alıştıracağımıza güveniyorlar. Bizler nasıl kısıntı yaptığımızla övünüp durdurkça bir gün övünebileceğimiz bir şey kalmayacak! Açlığa alıştıkça elimizden daha fazlası alınacak!
Biz insanız, insan aklının yarattığı her türlü kolaylıktan, hizmet araçlarından sınırsızca yararlanmayı hak ediyoruz. Biz işçiyiz, tüm bunları üreten biz olmamıza rağmen bunlardan doyasıya yararlananlar patronlar sınıfı! Bunları yaratanlar olarak hayatın seyircisi olmak istemiyoruz, hayatımızı kısarak değil doyasıya yaşamak istiyoruz!