
Çalış, üret, kazan, paylaş, çalış, üret, kazan, paylaş, çalış, üret, kazan, paylaş…
-Siz muhasebeye çıkın ve tazminatlarınızı alın. Çıkarıldınız.
-Neden?
-Kriz var. Üretimde daralmaya gidiyoruz.
Çalışama, üreteme, kazanama, paylaşama, çalışama, üreteme, kazanama, paylaşama…
Birçoğumuzun benzer şekilde karşı karşıya kaldığı bir durumdur işsizlik. Bilim insanları, insanı çalışan, üreten, paylaşan sosyal bir varlık olarak tanımlarlar. İşsiz kaldığında haliyle çalışamayan, üretemeyen ve elinde paylaşacak bir şeyi olmayan işçi, birçok sorunla boğuşur. Dünya Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre dünyada 202 milyon resmi işsiz vardır. Bu rakama gizli işsizleri kattığımızda rakam 1 milyarı aşmaktadır. Sendikaların araştırmalarına göre Türkiye’de gerçek işsizlik 4 milyon 698 bin civarındadır. İşsizlik başlangıçta bireyleri ilgilendiren bir problem olarak algılansa da aslında toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İstatistik verileri bir bakıma kuru rakamlardır. 4 milyon 698 bin işsiz derken bir rakamdan söz etmiş oluruz; gerçekte ise 4 milyon 698 bin düşünen, duygulanan, üzülen, ümitsizliğe kapılan insan ve benzer duyguları paylaşan yakınları, eşleri, çocukları, anne-babaları, onların ıstırabı söz konusudur.
İşsizlik beraberinde birçok ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunlar getirmektedir. İşsiz kaldığımızda başımızı ellerimizin arasına alır kara kara düşünürüz: “Neden ben?” “Evdekilerin ve arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakarım?” “Şimdi ne olacak?” “Nasıl iş bulacağım?” gibi sorular kafamızın içinde döner durur. Çoğu zaman sabah çalışmaya gidiyormuşçasına evden ayrılır; akşam işten dönüyormuşçasına eve geliriz. Aradaki zamanı, iş arama, sıkıntı içinde dolaşma ya da kahvehanelerde oturma ile doldururuz. İşsiz kaldığımız süre uzadıkça kendimize güvenimiz, iş arama şevkimiz ve iş bulma umudumuz da azalır. Birçok işsizin karşı karşıya kaldığı sefalet, ilerleyen zaman içerisinde psikolojik bir yıkım sürecini başlatır. İşçide bir dizi psikolojik etkiler görülür: Umutsuzluk ve çaresizlik başlıca etkilerdendir. Kendine olan güvenini kaybeden işçi giderek tahammülsüzleşir, içine kapanır, yalnızlık duygusu hisseder ve hayattan tat alamaz, tatmin olamaz. Yapılan araştırmalarda işsizlikle birlikte aile içi şiddet ve suç işleme eğiliminin, alkol ve uyuşturucu kullanımının, intihar olaylarının artması arasında ciddi bağlar kurulmuştur.Kapitalist sistemde her şey satılmak için üretilir. Bu sömürü sisteminde işçinin hayatta kalabilmek için gerekli geliri elde etmek üzere satabileceği tek bir şey mevcuttur, o da kendi işgücüdür. Ancak bu sömürü sisteminin efendileri olan patronlar, işçilere baskı kurarak onları daha fazla sömürebilmek için, her daim bir işsizler ordusunun varlığına ihtiyaç duyar. İşçi sınıfının örgütsüz olduğu bu gibi dönemlerde var olan çalışma koşullarına itirazı olan bir işçiye kapı gösterilir ve bu koşullarda çalışacak milyonlarca işsiz olduğundan bahsedilir. Tüm dünyada 8 saatlik işgünü esnetilmekte ve ortadan kaldırılmaktadır. Neredeyse tüm fabrikalar üç vardiya ve 8 saatlik işgününü bırakarak, 12 saatlik iki vardiya biçiminde çalışmaya geçmiştir. Bu da her 3 işçiden birinin işsiz kalmasına ve çalışan işçilerinse daha uzun ve yorucu saatler altında, iş cinayetlerine kurban gitmesine zemin hazırlamıştır. İşsizlik sorunu sadece çalışamayan işçilerin değil, tüm işçi sınıfını ilgilendiren bir sorundur. İşsizlik arttıkça çalışan işçiler üzerindeki baskı artmakta, çalışma koşulları giderek ağırlaşmakta, işgünü uzamakta, ücretler düşmektedir. Sosyal haklar ise zaten elimizden alınmış durumdadır. O halde sorunlarımıza sahip çıkmalı, birleşmeli ve işsizlikle birlikte yoksulluğa karşı mücadele etmeliyiz.