
Lüks evler, arabalar, havuzlu mavuzlu siteler, pırlanta kolyeler, marka marka güzel giysiler, pahalı cep telefonları… Reklâmlarda her gün bunları gözümüze sokuyorlar, bunları elde etmeye özendiriyorlar. O giysileri giyenler ve o evlerde oturanlar, çalışan ve alın teri akıtan, geçim sıkıntısından dolayı ayın sonunu zor getiren bizim gibi insanlara hiç benzemiyorlar. Güzel kızların ve yakışıklı oğlanların yüzlerinden sağlık fışkırıyor. Sözde “sevgi dolu olduklarından” birbirlerine arabalar, pırlantalar alıyorlar. Reklâm edilen ürünleri satın alanlar saygın ve mutlu yaşıyorlar. Reklâmlar bize “bastır parayı sen de öyle yaşa…” mesajı veriyor, reklâm edilen her ne ise onu satın almaya teşvik ediyor. Paramız varsa ve o pahalı ürünleri satın alabiliyorsak mutlu, saygın, sevilen, beğenilen, akıllı vb. olduğumuz zihnimize yerleştiriliyor. Ya paran yoksa…
Pahalı olan şeyleri elde etme arzusu sadece reklâmlarla da kışkırtılmıyor. Bir devlet dairesine ya da dükkâna girdiğimizde de orada çalışanların insanlara giyim kuşamlarına göre davrandıklarını görüyoruz. Tıpkı Nasrettin Hoca’nın hikâyesindeki gibi, “ye kürküm ye” dünyası… Paran varsa ve paralı olduğun anlaşılıyorsa ona göre muamele görüyorsun. İşte bu dünya, her şeyin para üzerine kurulu olduğu kapitalizmin dünyasıdır.
Bu düzende paran varsa güçlüsün, saygınsın, güzelsin, akıllısın, dürüstsün, güvenilirsin, Allahın sevgili kulusun! Paran yoksa vay haline! Güçsüz, çirkin, önemsiz, güvenilmez zavallı mahlûksun. Sevgi dolu olsan ne yazar, paran yoktur! Dürüst, namuslu, ahlâklı olmak gibi olumlu değerler kapitalist sistemde beş para etmez hâle gelir. Akıllı ve bilge bir insan olman da bir şey değiştirmez. Akıllı olan çok para kazanır diye düşünülmüyor mu? Eğer paran yoksa akıllı da değilsin!
Kapitalizmde para sadece malları satın almaz. Zengin kişi zayıf karakterli, aptal, düşüncesiz, kibirli ve ahlâksız olsa bile etrafındakiler için o, güçlü, saygın, erdemli, akıllı, bilge bir insan olarak kabul edilir ve öyle muamele görür. Bu yüzden para ve iktidar gücünü bir kez elde etmeye başlayan kişi, hep daha fazlasını arzu eder, paranın ve iktidarın nimetlerine doyamaz hâle gelir. Daha fazla paranın sahibini daha fazla yücelttiği kapitalist düzende parayı nasıl elde ettiğinin de fazla bir önemi yoktur. İşte bu yüzden kapitalizm, insanların ahlâkını bozar ve vicdanını köreltir.
Her şeyin para üzerine kurulduğu, paranın kutsandığı, insanların her ne pahasına olursa olsun “parayı bulmaya”, “voleyi vurmaya” yönlendirildiği, birbirleriyle ha babam de babam rekabete sokulduğu, altta kalanın canı çıksın düşüncesinin egemen olduğu, insanların giderek yozlaştığı, ahlâki çöküntü yaşadığı, vicdanlarının çürüdüğü kapitalist düzende yolsuzluk olmaması mümkün müdür?
Bugün devletin tüm katmanlarında yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, usulsüzlük vardır. Bugün ortaya saçılan rüşvet ve yolsuzluklar gerçekte yaşananların çok çok küçük bir kısmını oluşturmaktadır. Bakanlıklardan, belediyelerden tutun, tapu dairelerine ve trafik memurlarına kadar rüşvet ve yolsuzluk her yerdedir. Bir devlet dairesinde bürokratik işlemleri hızlandırmak için bile çoğu insan rüşvet vermenin yolunu arar. Devlete iş yapan tüm müteahhitler ihale kapmak için, işadamları malını devlete daha pahalıya satmak için “yetkili mercilere” gereken rüşveti vermeye hazırdır. İktidar sahipleri ise kimler kesenin ağzını daha fazla açıyorsa, kirli işler konusunda güvenilir ise, ağzını sıkı tutuyorsa, kendisine yakınsa, hatta “partili” ise ihaleleri onlara dağıtırlar. Devletle alışverişi olan patronların her dönemde iktidardaki partiye bok sineği gibi üşüşmesi boşuna değildir. Hepsi pislikten payını almaya çalışır. Yolsuzluk, paranın en yüce değer sayıldığı kapitalizmin mayasında bolca vardır. Mayası bozuk olanın hamuru temiz olur mu?
Yolsuzluklardan arınmış ahlâki bir kapitalizm asla var olmamıştır ve var olmayacaktır. Zaten sistemin temeli işçinin emekçinin kandırılması, soyulması, emeğinin çalınması üzerine kurulmuştur. İşçilerin sömürüsü üzerine kurulu bir sistem nasıl ahlâklı olabilir? İşçi sınıfının sömürüsü hırsızlığın âlâsıdır. İşçisini sömürdüğü için saygınlığını yitiren, ahlâksız olarak ifşa edilmiş, sendika düşmanlığı yaptığı için güç ve itibar kaybeden patron gördünüz mü hiç? Peki, ama ne yapmalı?
Kapitalist çürümeden çıkış yolu elbette var. Rekabeti alt edip dayanışmayı büyütecek olan şey işçilerin birliğidir. İşçinin mücadelesi paranın saltanatına, sermayenin egemenliğine karşıdır. İşçi sınıfının kavgası zenginliği değil alın terini ve emeği yüceltir. Aklını kullanan patron işçiyi sömürür, rüşvet dağıtır, pislik üretir; aklını kullanan işçi ise örgütlenir, mücadele eder! Örgütlenen işçiler paranın saltanatına boyun eğmezler!