
Çalıştığım fabrikada çelik tencere üretiyoruz. Dışarıdan baktığımızda tencereler mağazalarda, evlerimizin mutfağında ışıl ışıl parlar. Bakalım işçilerin hünerli elleri tencereleri nasıl parlatıyor? Tencereler polisaj denen bir bölümde parlatılıyor. Tencereden simsiyah bir toz çıkıyor, çıkan toz işçilerin ellerini, yüzlerini hatta ciğerlerini kapkara ediyor. Sanki maden ocağında çalışmış gibi simsiyah oluyorlar. Sonra siyah lekeler kalmasın diye tencereler benzinle yıkanıyor, talaşla da kurutuluyor. Sapları takılıp paketlenip mağazaların vitrinlerini süslemek için yola çıkıyor. Benzinin kokusu, talaşın tozu işçileri halsiz bırakıyor. Akşam paydos olduğunda işçiler dışarıya sarhoş gibi çıkıyorlar. Uzun saatler boyu süren bu zorlu çalışmanın karşılığı ise çok düşük bir ücret. Perdenin ön yüzünde patronlar, perdenin arkasında işçiler var. Patronlar bizlerin ürettiği güzelliklere el koyarak sanki kendileri üretmiş gibi işçileri perdenin arkasında unuturlar. Çünkü biz işçiler örgütlü değiliz, patronlar da bu örgütsüzlükten çok iyi faydalanıyorlar. Ama biz işçiler kendi gücümüzün bir farkına varırsak işte o zaman patronlardan yaşadığımız haksızlıkların hesabını sorarız.